Doğru düzgün sırayla okumak için bölümler

1 2 3 4 5 5,5 6 7 8 9 10 11 12 13 14 15 16 17 18

Friday, February 4, 2011

WW - chapter XVIII

ME, MYSELF & DESTRUCTION

Şimdi nerede kalmıştık? Weo geçmişten geri dönmüştü, 1 hafta öncesine. Chris zaman makinasını bir aksilik çıkmazsa haftaya bitirmiş olacaktı. Weo bir yandan düşünüyor, bir yandan da alçak irtifada uçuyordu: Morpheus'a geçmişte yap(maya çalış)tığı modifiye işe yaramış mıydı acaba? Yaramadıysa en basitinden gidip Chris'in zaman makinası yapmasına engel olabilirdi. O zaman her şey eskisi (eski?) gibi olur muydu ki? "Yok la o makina başka bu makina başka" diye düşündü, ama daha iyisi vardı; bu boyuttaki makinayla önceki gittiğinden daha erkene gidip kendisini durdurmak.
"Ohoo ondan da erkene ondan da.. bu böyle gider İstanbul'un fethine kadar(?)" diye düşündü.

Uzay-zaman konuları çok düşünce ve beyin aktivitesi isteyen, işlemciyi yoran mevzulardır. Ve bu tarz kafa çalıştırmalık olaylar Weo'nun ilgi alanına girmez. O uygulama adamıdır,bir şekilde pratiği teoriye uydurtan (yiyosa uymasın) şahıstır, sabah erken kalkmaz, planını yapmaz. Kafasını ona göre hareket edebilmek için kullanır.

Bundan mütevellit Weo sıkıldı. Zaman yolculuğu işleri yetmişti artık. Daha kasmayacaktı; işte mevcut şartlarda ne yapması gerekiyorsa onu yapacak, zamanının adamı olacak ve asıl hedefi olan İskoçya'nın özgürlüğü falan feşmekan shit like that.

Yere indi. Tabela önündeydi; "Londra, Nüfus: 13666, Rakım: 13" yazısı, bir de suçlu wanted ilanı yapıştırılmış, William Wallace diye biri hakkında. "Hadi bakalım" dedi Weo ve yürümeye başladı. Uzay zaman yolculukları bir şeyler değiştirmiş mi, şöyle bir kontrol edecekti. Smith yaşıyor muydu ki; bir ara Zion'a da gidip bakmak lazımdı, orada işl....

Hızla tabelaya geri döndü Weo (bi 25 metre yürümüştü nerden baksan) ve wanted ilanına baktı:

-"ÇOK TEHLİKELİ" diye bir başlık.

-Weo'ya ait olan bir resim.

-Altında da açıklama: "William Wallace A.K.A Weo, 1'nci dereceden tehlikeli; böyle 0'ncı derece gibim bişey (daha anlamında evet). Bulana veya getirene yüzbin lira veriyoruz. Ama siz yine de bulursanız ya da görürseniz ya da duyarsanız ya da hissetseniz bile hemen güvenli bir yere sığının, polise haber verin. Kendisi tüm ülkede aşırı sayıda suçtan aranmaktadır, lakin çok da saklanan bir kişilik olduğu söylenemez. Yine de bu herifin bulunmasında ve yakalanmasında emeği geçen herkese Kral Smith bizzat teşekkü..."

Kral Zimit? "Vay uyanık" tarzında güldü Weo. Demek zaman yolculuğu işe yaramıştı, Zimit Morphy'yi bertaraf etmiş olmalıydı. Yürümeye devam etti, "Morphy'e noldu acep" diye meraklandı. Yaşıyor mudur ki, eskisi gibi matrix işlerinde asi, isyan takılıyordu belki de. İskoçlar ve Zion ne alemdeydi? Evet evet, Zion'a da bir ara mutlaka bi uğramak la......

Koşarak geri döndü Weo tabelaya (bu sefer bi 50 metre gitmişti en az). "Aranan benim la" dedi az miktarda hayretle. Morphy bertaraf olduğundan ötürü hiç Weo'ya gelip kendini, Zionluları falan tanıtmamıştı. Birlikte geçen o maceralar da hiç yaşanmamıştı o zaman, her ne kadar Weo hatırlasa da. Miğfer Dibi savaşı belki de olmuştu mesela, ama Weo'nun yardımı olmaksızın. İngiliz ordusu kazanmış, Zion'a girmişti belki de kim bilir?

Weo bunları hiç düşünmedi tabi. O yolu bırakmıştı ya artık. "Aranan benim la" dedi ve yürümeye devam etti. Planı basitti; ülkenin, İskoçların, Zimit'in falan bir durumunu öğrenecek, sonra ona göre bir şeyler ayarlayacaktı. İçinden bir ses bastırdı "Ula bari kendini bir gizle de rahatça araştır ortamı. Aranıyorsun lan" dedi. O da "İyi madem" dedi ve güneş gözlüklerini taktı (Leon The Professional stayla). Traşlıydı zaten, böyle tanınmazdı. Bir han gördü ve deneme tahtası olarak kullanmaya karar verdi.

Hanın önüne geldi, açtı kapıyı ve içeri girdi. Meydanda durdu şöyle, etrafa bakındı. Duvarlarda ilanlar asılıydı ama millet sallamadı onu. Hancı "Size ne önerebilirim?" tarzı laflar etti falan. İyi işte, piposunu çıkardı, gitti karanlık bir köşede oturdu ve tüttürmeye başladı, Aragorn tarzında. Çay getirdiler gazete getirdiler, keyif kebap falan..

Birden hanın kapısı parçalanacakmışçasına açıldı. Güneş ışığı daldı içeri. Bir gölge düştü girişe. Ortam karanlık bir aydınlıkla aydınlandı (hö?). Herkes olduğu yerde çakılı kaldı. Sesler kesildi. Kapıyı açan figür girişte duruyordu, ışıktan tipi seçilmiyordu ama herkes onu tanımış gibiydi.

Ortamda George Thorogood'dan Bad to The Bone parçası çalmaya başladı, yankılandı duvarlarda. Müzik coşarken adam da artist artist girdi içeri, hancıya doğru yürümeye başladı, salına salına. Ağzının kenarından sigarası sarkıyor, pis deri çizmeleri tak tuk sesler çıkartıyordu. Siyahlara bürünmüş, bir de saçma bir mont giymişti. Güneş gözlüğü, saç sakal karışmış, o deli-manyak sırıtış, fış fış..

Weo'ydu lan bu. William Wallace yani, bildiğin.
Kendine dikilmiş korku ve şaşkınlık içindeki bakışları zerre miktar sallamıyor, psikopat kötü adam karizmasını ortama dalga dalga yayıyordu. Onun haricinde kimseden çıt çıkmıyordu. Müzik de arka planda sürüyordu bu arada.

Bizim traşlı Weo da masada oturuyordu, handa resmen iki Weo vardı. Bir ortamda Weo'nun bulunmasından daha kötü bir şey varsa o da iki Weo'nun bulunmasıdır.

Hancının önünde durdu Weo (diğer Weo, yeni gelen işte la), masaya elini gömdü. "Hancı!" dedi, "Doldur la. Her zamankinden."

Hancı yutkundu, sesi titreyerek konuştu "Ama efendim" dedi hafifçe, "siz buraya ilk defa geld..."

"Kes lan!" dedi Weo ve masanın üstündeki varile geçirdi bir tane, kırdı dağıttı. Önden bir tane bardak kaptı, etrafa saçılan meşrubata tuttu şöyle bir, yarısı doldu dolmadı, dikti kafaya. Döndü, boş bardağı duvara fırlattı.

Geri döndü hancıya. Parçalanmış varili göstererek "Bu varil bitmiş" dedi, "Yenisini getirmeyecek misin lan hancı?"

Hancı, olduğu yerde korkuyla kalakalmış, "Lütfen beyefendi, lütf.." diye geveledi. Masada oturan bizim Weo da olanları sessizce izliyordu, kendisini.

Weo "Hancı,.. Hancı!" diye takılmış plak gibi zevzekleyedursun, hatta dursun çünkü kapı "Güm!" diye açıldı. İçeri SWAT ekipleri girdi. Ayaktaki Weo'ya doğrulttular silahları, "Teslim ol! Eller yukarı!" tarzı bağırdılar bol bol.

Weo döndü arkasını, sırıttı. "Selam beyler, ama şimdi sakin olalım burada iyi zaman geçiriyorduk sadece. Öyle değil mi millet?" diye sağa sola bakındı. Kimseden ses çıkmadı, herkes küçük dilini midede sindirmişti bilem.

Kendisine 15 tam otomatik silah doğrultulmuştu. Birkaç saniyelik gergin sessizlikten sonra, "Ama beyler şimdi," diye devam etti Weo, "Heh, bu namluların bana işaret ediyor olması pek de eğlence sayılmaz, değil mi? Ne diyorsun buna teğmen John? Haksızsam söyle bak come on."

Swatlardan heyecanlı olan birisi "Lanet ellerini kaldır ve teslim ol lan!" diye bağırdı. Weo kızdı, "Sen yenisin galiba çocuk" dedi, "Burada teğmenle konuşuyoruz dimi? Bak John bir şey diyor mu? Lan hadi biz tanışıyoruz onunla, kaç operasyonda şimdiye kadar beraber yer aldık; sana ne oluyor postalımın çömezi!"

Swat ise tam adanmıştı, "Hemen teslim ol yoksa I swear to God vururum lan, vururum!"

"La bak" dedi Weo, "İki silah verdiler diye kendini kral arthur sanmış bebe, senin bir hayat dersi almana karar verdim", ellerini ovuşturdu, boynunu kütletti iki üç, "Valla John darılmaca yok bak, biliyorum kaç operasyondur pek hır gür olduk ama, neyse ben sonra seni ararım."

Teğmen "William bak buna gerek olmadığını biliyorsun" dedi, ortamı sakinleştirmeye çalışıyordu, "Medenice çözebiliriz bu işi hala. Hem sen de adam olacam artık demiyor muydun lan geçen gün?"

"Yok John hacı yok" dedi Weo, ısınma hareketleri yaparken, "Bugün değil. Bu bebeye gıcık oldum.", heyecanlı çocuğa döndü, "Hee, senden bahsediyorum dallama ne bakıyon öyle çeksene madem tetiği! Hadi sen önce başla ben sonra gösterecem sana. Vururum diyordun ya lan vursa.."

Silahlar patladı, Weo daldı polislere; bir panik bir gürültü, ortalığa mermi yağdı; etraf toz duman, göz gözü görmez oldu.

Bizim Weo da masada oturmuş, bacak bacak üstüne atmış; diğer
korku içindeki insanların aksine, sakince izliyordu olayı.

Ki, izliyordu ki, yanından bir karaltı geçti. Bu polislerden biriydi; çömelmiş, elindeki Heckler & Koch'u polislerle kapışmaktaki Weo'ya doğrultmuş, yavaşça ilerliyordu. Arka kapıdan falan girmiş olmalıydı. İnsanlara sessiz olmalarını işaret etti. Nişan aldı. Dövüşmekle meşgul olan Weo görmemişti onu.

Yapacak bir şey yoktu. Bizim Weo masadan fırladı, tetiği çekmek üzere olan polise bir tekme geçirdi. Silahı kaptı, dipçiği adama gömdü. Polis yere yığılırken han sakinlerinin şok içindeki bakışları da bizim Weo'da toplandı.

Bu sırada diğer Weo da ayaktaki son polise kafa çakıp yere attı. Cebinden bir selpak çıkardı (baya bildiğin selpak marka kağıt mendil), yüzünü şöyle bir sildi, kapıya yöneldi. Yine salınaraktan yürüdü,
duvarda kendi arama ilanını buldu, önünde durup aynada saçını başını düzeltiyormuşçasına hareketler yaptı. Kapıya geldi, hancıya dönüp bir selam attı, "Görüşürüz hancı, yine gelirim. Müşteri olarak hizmetinden gayet memnun kaldım heh.." dedi. Ve çıktı gitti.

Bizim Weo da durur mu; attı silahı yere, üstüne odaklı şaşkın bakışları sallamadan apar topar çıktı. Güneş gözlüğünü düzeltti, piposunu attı kenara, ve kendisini, diğer William'ı takibe koyuldu. Bakalım bu "dual Weo" faciasının gidişatı nereye varacaktı.

No comments: