Doğru düzgün sırayla okumak için bölümler

1 2 3 4 5 5,5 6 7 8 9 10 11 12 13 14 15 16 17 18

Tuesday, July 14, 2009

WW - chapterVII

A STORM IS COMING

Morpheus sandalyeye oturmuş, elleri arkadan bağlı, titriyordu. Ter boşanıyordu yüzünden. Birkaç adım ileride, Smith ortaklarıyla başbaşa vermiş bir şeyler konuşuyordu. Dönüp Morphy'e doğru gelirken elindeki şırınga gözüktü. "Siz kumandanlar işkenceye dayanıklıymışsınız" dedi alay edercesine, "Bunu sana enjekte ettiğimde uyuşmaya başlayacaksın ve vakti geldiğinde istediğimi bana kolayca vereceksin, Morpheus. Çok daha nazik değil mi?" Kahkaha attı. Morphy ise şimdi titreme nöbetine girmişti adeta. Gözlerini şırıngadan ayırmıyordu "Ben iğneye dayanamam" diye koptu, "lütfen, yapma bunu Smith, istediğini vereceğim o iğneyi uzak tut benden" Fena olmuştu resmen.

Smith afallamıştı kesinlikle, ama bir çırpıda söyleyiverdi "Zion'un zayıf noktası ne?"
"Altından geçen su yolu" dedi Morphy zar zor. "Küçük bir su geçidi. Oradan kale iskeletini sarsarsın. Orası.."

Smith güldü (gülmesine) ama dönüp ortaklarına baktı, şaşırmış haldeydiler. Morphy'e döndü, "Bu kadar kolay mı oldu yani, bitti mi şimdi, heh"
Ajanlardan biri "Yalan söylüyor olmalı" dedi. Smith hızla eğildi Morphy'e, şırıngayı hızla sallıyordu elinde "Öyle olmalısın, değil mi Morpheus? Böyle saçma bir oyunla bizi kandıracaksın demek" Şırıngayı havaya sıktı biraz. Bir miktar sıvı püskürdü.
Morphy'nin anı buydu. İyice titremeye başladı, "Doğru söylüyorum Smith, gerçekten, yapma bunu Smith dediklerim doğru!"
"Bunu anlamanın tek bir yolu var" dedi Smith, şırıngayı Morpheus'un boynuna yaklaştırıyordu... ve bu sırada Morpheus histerik bir hal almıştı. Bağırıyor, yalvarıyor, sandalyede tepiniyordu. Smith'in vicdanı sızlanmıştı......... diyebilmek asla mümkün değildi ama durdu. Şırınga Morphy'den birkaç santim ötedeydi.
Morphy tepinmeyi kesti. Smith'in durduğunu farketmişti. Birkaç saniyeliğine ortalığı sessizlik kapladı. Smith geri çekildi, "Adam ciddi" dedi, "Getirin şu Zion şemasını!"

Az sonra Smith ve ortakları şemanın başına toplanmış, (onu) inceliyorlardı. Fısıltıları duyuluyordu, "Mantıklı evet.., doğru herhalde..., denemeye değer.."
Smith döndü. Sırıtıyordu. "Pekala Morpheus" dedi, "Sana inandım. Şimdi Zion'un fethine hazırlanırken, bir yandan da seninle ne yapacağımızı düşünelim."

-O sırada, (yedek) karargahta...-

"Şu an işkence görüyor olmalı" dedi Trinity endişeyle.
"Morpheus dayanıklıdır. Kolay vermeyecektir Zion'u" dedi Tank.
"Yani zamanımız var" diye hareketlendi Weo, "Morpheus'u kurtarabiliriz"
"Nasıl kurtaracağız?" dedi Tank, "Adamı saraya götürdüler nasıl kurtarabiliriz? Ulan fiş miş olsa çekecez de..."
"Oha" diye çıkıştı Weo, "Ümidinizi yitirmeyin". Transfer mekanizması olan koltuğa doğru yürüdü "Onu kurtarmaya gidiyorum"
"Kurtaramazsın Weo!" dedi Tank "Ölüme gidiyorsun"
"Kahin bana bir şey demişti" diyerek döndü Weo. Duygusal bir andı. Duraksadı "Ne demişti yav...hmm....höö.. neyse unuttum. Ama gidiyorum. Vaktimiz varken beni engellemeye kalkma"
Tank "Peki" diyerek işe koyuldu "Umarım Zion'un zayıf noktasını öğrenmezler".
"Bunu anlamanın tek bir yolu var" dedi Weo ve birden aklına Smith geldi. Garip bir histi. İçinden "höh" dedi.
Bu sırada Trinity de koltuğa gelmişti "Ben de geliyorum"
"İyi gel" dedi Weo, "Arkamı kollayacak biri lazım"

Tank ayarlamaları bitirirken "Neye ihtiyacınız var?" diye sordu. Weo artist artist "Guns. Lots of guns" dedi.
Ve Trinity'le birlikte beyaz bir "ortam"daydılar. Onlarca raf önlerinden hızla geçti ve sonunda (raflar) durdu.

Raflar boştu.
"En büyük hayali burayı doldurmaktı" dedi Trinity ağır ağır yürürken. Üstünde birkaç şey olan rafı Weo'ya gösterdi.
Weo yaklaşıp baktı.
Birkaç tabanca, bir hafif makinalı, bir uzi, bir çakı, ciklet, alüminyum folyo ve bir "sap" vardı. Doğal olarak sap Weo'nun ilgisini çekti. Aldı. Bir kılıç sapıydı ama bıçağı yoktu.
"Bu bir ışın kılıcı Weo" dedi Trinity ve sapın üstündeki "ON" tuşuna bastı. Mavi bir ışın çıktı ve sapın üstünde yükseldi.
"Vay be" diye salladı kılıcı (kılıç vıcuu etti) Weo "Morphy böyle bir şeyi nasıl aldı ya? Hediye falan mı?"
"Korsan" dedi Trinity, "Zaten bozuk çıktı"
Bozukluğu da Weo o sırada farketmişti. Keskin mavi ışın Weo'nun kılıcı eğmesiyle adeta yana sarktı. "Hmm" diyerek sağa sola kaykılan kılıcı kapattı Weo "Olsun" dedi, "Yine de iş görür"

Kraliyet sarayını çevreleyen görkemli duvarlar, günün ilk ışıklarıyla renkleniyordu. Büyük cümle kapısının önünde, iki kraliyet muhafızı dimdik duruyordu, hareketsiz. Asil kırmızı elbiseleri soğuk esintiyle dalgalanıyor, zırhları hafiften parıldıyordu. Mızraklarını sağlamca tutuyorlardı, içerideki her an her şeye hazır yüzlerce muhafıza rağmen, bu ikisi sarayın güvenliği için bir sembol gibiydiler. İhtişamlı duruşlarıyla herhangi birini saraya yaklaşmaktan dahi vazgeçirebilirlerdi.

Az ileride şehre açılan yolun başı bulunuyordu, binalar yol boyunca sıralanmıştı. Duvarlardan birinin arkasında İKİ gölge oynaşıyordu.

Weo ile Trinity çıktılar ve kapıya doğru ilerlediler. Güneş gözlüklerini takmışlardı, çok artisttiler. Muhafızların önünde durdular.
Muhafız şüpheyle süzdü onları, "Kimsiniz?" dedi.
"Kes lan" dedi Weo ve adama bir tane geçirdi. Muhafız arkasındaki kapıyı sökerek 5 metre kadar kapıyla birlikte uçtu. Diğer muhafız donmuş kalmıştı. Onu da Trinity halletti. İçeri girdiler. Alarm verilmişti. Heryerden askerler koşarak geliyorlardı. Weo soldan gelen ilk iki askeri tabancayla yere serdi. Sonra tabancayı yere attı. Uziyi çıkartıp ileri koştu. İç kapıdan çıkmakta olan birkaç askeri vurdu. Uziyi de yere attı. Koşup bir sütunun arkasına gizlendi. Onlarca askerin ayak sesi duyuluyordu. Weo elini cebine attı. Ama silahı kalmamıştı. Dönüp yerde uziyi aramaya başlamıştı........... ki kafasına sert bir darbe yedi. Döndüğünde Trinity elinde tabanca ve uzi, öfkeyle bakıyordu.
"İsraf etme şunları, al!" diyerek attı silahları "Uzinin daha taksidi bitmedi!"
İkisi sütunun arkasından çıkıp gelen askerlere "daldılar". Bol aksiyonlu bir dakikadan sonra askerler yere serilmişlerdi.

İçeri girdiler. Üst katı temizlemeleri de pek sürmedi. Oradaki bir terasa çıktılar......... ki Weo arkasındaki ajanı farketti. Arkası dönük durdu öylece. Sonra aniden silahını çıkartıp döndü ve ajana mermi yağdırdı.
Ajan tabiki mermilerden sıyrıldı. Bu sefer o silahını çıkarttı. Weo "Oo, kapışcaz yani" dedi. Ajan bir şey demedi. Weo'ya mermi yağdırdı. Weo'da mermilerden sıyrıldı.
Durdular. Weo "Ne yapsam?" diye düşünüyordu. Mecburen bozuk ışın kılıcını çıkarttı. ON tuşuna bastı ve bu sefer yeşil renkte bir ışın fırladı. Anlaşılan kılıcın dalga boyu da arızalıydı. Weo kılıcı kaldırdı ve ajana doğru uçtu. Ajan hızla Weo'nun salladığı kılıçtan sıyrıldı ama hesaba katmadığı bir tarzda ışın sallanırken yalpaladı ve onu kesti.
Ajan yere düşerken artık ajan değil, bedenine girdiği muhafız olmuştu.
Weo Trinity'e dönerken onun işaret ettiği kraliyet helikopterini gördü. "Uçurabilir misin bunu?" diye sordu.
Trinity "Henüz değil" dedi ve telefonunu çıkarttı, karargahla bağlantı kurdu.
"Tank, M-109 helikopter pilot programına ihtiyacım var"
"Hocam onun orada bi kontak var onu çeviriyosun, yalnız kırmızı düğmeye dikkat et, orada yukarda koca bişe..."
"Tank! Senin fikrini sormadım, verileri yükle!"
"Veri yok kızım, ne yükliyim ya!"
"E hani Morpheus CD seti almıştı koca bir şey?"
"Ya onlar hep film çıktı götürdük adama para iade etmeyiz değiştirecekseniz başka bir şey verelim dedi"
"Neyse salla" diyip kapattı ve helikoptere bindi "Bakalım nasıl bir şeymiş.." dedi, "Gel Weo, sanırım uçurabilirim bunu".

Ve helikopter uçuyordu, biraz amatörce ama sarayın en yüksek kulesine doğru çıkıyorlardı. Bu sırada Weo helikopter içinde bir M249 bulmuştu. İçinde üç ajanı ve Morpheus'u barındıran, dışarı camla açılan odayı gördüklerinde Weo sevinçle "Mükemmel" dedi ve koca silahı doğrulttu.
"Ne yapıyorsun!" dedi Trinity, "Morpheus'u vuracaksın!"
"Kızım" diye döndü Weo, "Sen hiç kantır oynamadın mı? Bu M249. 5'in 1'i. Hedef dışında her yeri vurur" Ve tam orada sandalyede oturmakta olan Morphy'e nişan aldı.
Tetiğe asıldı. 100 mermiyi boşalttı. Gözünü açtığında oda harabeye dönmüştü. Ajanlardan iz yoktu. Morpheus ise bitkin, oturuyordu sandalyede. Zarar görmüşe benzemiyordu. Weo "Morphy!" diye bağırdı.
Morphy son bir çabayla kelepçelerini kopardı ve fırladı yerinden. Helikoptere atladığında ne acılar yaşamış olduğu daha bir belli oluyordu.
Weo şaşırdı, ajanlar hala ortalarda yoktu, "Bu kadar kolay mı oldu yani, bitti mi şimdi, heh" dedi.
Yine aynı his. Smith'i görür gibi oldu resmen. Ya da Smith olur gibi oldu resmen.

"Bilgi ellerinde" dedi Morphy bitkin bir sesle, "Zion tehlikede.."
"Ne yapacağız şimdi Morpheus?" dedi Trinity endişeyle.
"Zion'a gidiyoruz" dedi Morphy, "Hemen. Dostlarımızı uyarmalıyız. Yoksa her şey biter."

to be continued...

No comments: