THE SCOTCHMEN
Weo hanın kahvesinde oturuyordu. Düşünceliydi. Bir kez daha yapmalıydı, bu kralı da ortadan kaldırmalıydı, ama Smith... ona karşı tek başına mücadele edemezdi, çünkü bu parlak ingiliz normal insanlardan değildi, tıpkı Weo'nun da olmadığı gibi. Ayrıca yanında iki tane daha takım elbiseli daha...
Weo bardağını öfkeyle masaya vurdu.
"Weo.."
Weo şimşek hızıyla (o hızla) döndü. Karşısında bir kadın duruyordu, siyahlar içindeydi. Çok tanıdık gelmişti kadın, bu bir İskoça benziyordu.
"Sen de kimsin?"
"Ben Trinity," dedi kadın.
"İskoç musun?"
"Evet." dedi ve ekledi Trinity "Weo, tehlikedesin."
"Aslına bakarsan" dedi Weo, "Bütün İskoçlar tehlikede"
"Evet" dedi Trinity, "Seni Morpheus'a götüreyim. O da İskoçtur ve burada bizim liderimizdir. Birlikte Smith'i yenebiliriz. Weo, bu Smith niyeti bozmuş, amacı bizim sandığımızdan da kötü"
"Öyle. O zaman vakit kaybetmeyelim" dedi Weo ve handan çıktılar. Dışarıda bir cadillac bekliyordu. Trinity bindi, Weo şöyle bir içeri baktı, bir adam ve bir kadın daha vardı. Onlar da İskoç görünümlüydüler. Weo da bindi, araba hareket etti.
Tenha bir yerde cadillac sağa çekti. Önde oturan kadın döndü, elinde mızrak vardı. "Hey sen" dedi, "içinden biraz kurt temizleyeceğiz. Şimdi sakin ol ve sorun çıkartma"
Weo'nun weoluk damarı tutmuştu aslında, o mızrağı alıp kadının boğazından içeri sarkıtmayı düşündü, ama Trinity'e dönüp "Ne oluyoz" demekle yetindi.
Trinity de acayip bir makina çıkarmıştı, üstünde "Made in china" yazıyordu. "Weo, ajanlar seni izliyorlar. Şimdi o virüsü alacağız senden. Karnını aç ve rahat ol. Kısa sürecek."
Weo içinden "Hayırlısı" dedi ve açtı karnını. Öndeki kadın onu omuzlarından tuttu. Trinity de o makinanın ucunu Weo'nun göbek deliğine soktu. "Umarım tutukluk yapmaz" dedi.
Öndeki kadın "Garanti belgesi mi var ki gönderelim" dedi ama Trinity sinirli bir bakışla karşılık verdi.
Ve makinayı çalıştırdı...
Weo acayip oldu. Sanki makina içini vakumluyordu. İstemeden sağa sola çırpınmaya başladı. Kadın "Hadi" diyor, Trinity de konsantre olmuş vaziyette "Neredeyse yakaladım, neredeyse" diyordu.
Sonunda makinayı kapattı ve çekti. Weo'nun başı dönüyordu. Trinity makinenin haznesinden metalik bir böcek çıkardı.
Böcek...Smith.....rüya.....
"Gerçek miymiş!" dedi Weo dehşet içinde. Trinity çırpınan böceği camdan atıp öndeki adama işaret verdikten sonra "Gerçeği görmeye gidiyoruz, Weo" dedi. Cadillac hızla ilerlerken Weo daha kendine gelememişti.
Büyük bir apartmanın yanında durdular. Trinity Weo'yu aldı ve ikisi binaya girdiler. Merdivenleri çıkarak en üst kata geldiler. Bu sırada dışarıda şimşekler çakıyordu, şiddetli bir yağmur başlamıştı. Trinity onu büyük bir kapının önüne getirdi. "Morpheus içeride, seni bekliyor" dedi.
Weo kafa salladı ve kapıyı açtı.
İçeride büyükçe, siyahi bir adam vardı. Siyah pardösü giymişti, ellerini arkasında kavuşturmuş bir şekilde, sırtı Weo'ya dönük duruyordu. "Hoşgeldin, Weo" dedi ve gülümseyerek döndü. Siyah güneş gözlüğü takıyordu.
Gözlüğün sapları yoktu.
Weo yana eğilip dikkatlice baktı.
Gözlüğün sapları yoktu.
No comments:
Post a Comment