Doğru düzgün sırayla okumak için bölümler

1 2 3 4 5 5,5 6 7 8 9 10 11 12 13 14 15 16 17 18

Tuesday, July 14, 2009

WW - chapter VIII

A STORM IS STILL COMING

"Açın kapıları!" diye seslendi kumandan ve Zion'un dev kapıları gürültüyle sarsıldı. Kapaklar demir menteşeler etrafında yavaşça dönerken üç atlı girdi içeri. İç kalede Zion'un komutanı Locke karşıladı gelenleri.

"İşiniz iş" dedi Weo.
Morphy ona sert bir bakış attı. "Efendim" dedi, "Smith Zion'a saldıracak. Tehlikedeyiz."
"Aslında" diye araya girdi Weo, "Ordusu yola çıktı bile. En az on bin ingiliz askeri." Morphy'nin delici bakışlarını sallamayarak sırıttı, "Yani işiniz iş."
Morphy onu kenara itti, "Hemen savunmayı hazırlamalıyız. Duvarlar bizi korumaya yetmeyecek."
Locke döndü, "Ne yapabiliriz ki?" dedi, "Savaşabilecek üçyüz küsur adamım var o kadar. Onbinden bahsediyoruz.". Yürüdü, gözleri kalenin, insanların üstünde gezindi, "Eğer sonumuz bu olacaksa, en azından..."
Weo güldü. Bu baya sesli olmuştu. Tüm bakışlar ona döndü. Ama o yine sallamadı "Üçyüze onbin..hmm...hömm.....hepiniz öleceksiniz, heh"
"Peki efendi!" diye çıkıştı Locke, "Bu konuda ne önerirsin o zaman!"
"Yardım çağıralım!" diye (karşılık) çıkıştı Weo. Birden ciddileşmişti, garip bir şekilde. Gözleri alevlenmişti.
"Kim gelir dersin peki?"
"Fransızları çağıralım. Smith'e karşı cevap vereceklerdir. Londra'da bir adam duymuştum, Merovingi gibi bir şey.."
"Höh, Fransız." dedi Morpheus, "Umut bağlanacak son adam odur herhalde"
"Şansımızı denemeliyiz" dedi Weo, "Ben hemen giderim"
"Yalnız gitme" dedi Morphy "Seninle geleyim"
"Hayır" dedi Weo, "Siz burada kalın ve Zion'u koruyun. Çevre toprak sahiplerine haber verin. Silah tutan her adama ihtiyacımız var!"

Uçtu ve gitti. Herkes şaşkındı. Locke Morphy'e yaklaştı, "William'dı değil mi?" dedi, "Adamın bu garip hallerinden hiç bahsetmemiştin Morpheus?"
Morpheus kulağına eğildi, "Vaktinde işkence görmüştü de.."
"Soba?"
Morpheus başıyla onayladı.
"Balkon?"
"Hepsi, hepsi" dedi Morphy, "Locke, vakit yok. Savaşa hazırlanalım."
"Tabi ki" dedi Locke, "Hazırlanalım. Gelsin bakalım şu ingilizler!"

-Merovingian'ın restoranı, Londra-

Weo uzun masanın bir tarafında yalnız oturuyordu. Karşısında Fransız, karısı, bazı adamlar ve güneş gözlükleriyle, beyaz saç, ten ve kıyafetleriyle ikizler vardı. Hepsi de bakışlarını Weo'nun üstün dikmişlerdi. Weo da ağzında kürdan çeviriyordu. "Bak Fransız" dedi, "İngiliz ordusu, iyi bir fırsat, hem senin hem de bizim için."
"Hayır." dedi Fransız. Weo "Come on, adamım" dedi, "Krallığın çöküşünü görmek istemez misin, ha?. Sonuçta, bana Londra'da yemek yapmak için durduğunu söyleme şimdi, hadi ordan."
"Krallğın çöküşüymüş," dedi Fransız, "Bak, William. Bir iskoç bana ne önerecek, İngilizlerle savaşmam karşılığında? Ne kazanacağım? Sonuçta, kralla aramda sorun yok, ve işlerimi de yürütüyorum."
"Lafımı taklit ettin" dedi Weo.
"Etki-tepki.." dedi Fransız.
"Bak Fransız, kazancının ne olacağını söyleyeyim." dedi Weo, "İstersen İngiltere kralı bile olabilirsin. Sonuçta, benim İngilterede gözüm yok. Ben İskoçya için savaşıyorum. Zimiti yenersek her şey bizim olur."
"Bak, İskoç." dedi Fransız, "Smith'i yenmekten çok kolay bir şeymiş gibi bahsediyorsun. Sonuçta, onlar ingiliz ordusu ve sizler bir grup iskoçsunuz, başka bir şey değil."
"Bak, Fransız. Yine taklit ettin lafımı, sonuçta canımı sıktın." dedi Weo.
"Bak, İskoç. Çünkü benim canım sıkıldı. Sonuçta hayaller dinlemekten hoşlanmam."
"Höh" dedi Weo kürdanı atarak. "Hey, bari şu ikisini ver" İkizler kaşlarını çatarak homurdandı.
"Defol git" dedi Fransız ve ayağa kalktı "Vakit harcadık burda. Korumalar, çıkışı gösterin şu iskoç bozuntusuna."
"Höö" dedi Weo, sigorta atmıştı. "İşte orda yanlış yaptın." Yerinden fırladı ve Fransızın üstüne atladı. Adamı tutup gelen korumaların üstüne fırlattı. "Ben Weo'yum, fransız bozuntusu, haha!" dedi ve ışın kılıcını (çalıştırıp) çekti. Mavi bir ışın kavisli bir şekilde fırladı (bkz. scimitar).

Fransız panikle ayağa kalktı, "Deli bu herif!" diye bağırdı, "Öldürün, naparsanız yapın kurtulun şundan."Koşarak ilerideki bir kapıdan içeri girdi.
"Bir yere gitmiyorsun!" dedi Weo ve üstüne gelen adamları hızla savurarak kapıya koştu. İkizler de peşine düşmüştü ama Weo onları sallamadı. Kapıdan girdi ve Fransızı gördü. Başka bir kapının başındaydı. Weo uçarcasına ona doğru koştu. Fransız ise sakin bir şekilde kapıda bekliyordu. Tam Weo ulaştığı sırada kapıyı suratına kapattı. Weo kapıdan içeri rüzgar gibi girdi.
Ve...

Bambaşka bir yerdeydi. Kumluk ve kayalıktan ibaret bir mekandı burası. Az ileride deniz kıyısı uzanıyordu. Ayrıca ortamın atmosferi bir şekilde sarımsıydı.

Bir hareket hissetti ve hızla döndü. Karşısında mızraklı bir adam vardı. Kırmızı pelerinli, yarı çıplak adam mızrağı Weo'ya doğru tutuyordu, tehditkar bir şekilde.
"O çubuğu düzgün tutsan iyi olur koçum" dedi Weo, "Senin açından tabi, heh".
Ama adam mızrağı doğrultmaya devam etti, hatta duruşu daha saldırgan bir hale gelmişti. Weo sinirlendi.
Ani bir hamleyle mızrağın ucunu yakaladı ve karşısındakini yukarı kaldırdı. Havada asılı kalan adam şaşkınlıkla bir etrafına baktı, ama korkmuş değildi "Beni öldürürsün 300ümüz gelir!" dedi. Weo "höö.." dedi ve bu sırada bir şey farketti. Adamın göğüs kasları, baklavalar.... Adam sağlamdı. Bunlar işe yarayabilirlerdi. Tabi Weo'nun nerede olduğuna dair fikri yoktu. Adamı yere indirirken "Ben düşmanınız değilim, delikanlı" dedi, "Kimsiniz siz, ve nerede bu 300'ün?"
"Spartalılarız biz" dedi adam, "Kral leonidasın askerleriyiz. Burada İranlılarla savaşıyoruz".
"Sparta mı? hömm.." dedi Weo, "Beni kralınızın yanına götür o zaman"

Adam onu spartalıların bulunduğu yere götürdü. Weo 300 adamı şöyle bir süzdü, hepsi sağlamdı. "Vay hocam, nerde çalıştınız heh.." dedi. Bu sırada kral geldi, "Evet yabancı," dedi, "Sen de kimsin? Konuşmak istemişsin"
"Ben, eaa, William" dedi Weo, "İskoçum. Adamınız savaşta olduğunuzu söyledi"
"Evet, Xerxesle savaşıyoruz"
"Ama 300 kişisiniz. Düşman kaç kişi bari?"
"Onbinlerce"
"Höö" dedi Weo, "hmm...hömm...o zaman işiniz iş heh"
"Anlaşılan Spartalıları hafife aldın iskoç dostum" dedi Leonidas, "Biz spartalı..."
"Dur dur" diye lafını kesti Weo. Kralı bir kenara çekti ve fısıltıyla konuştu "Bak koçum" dedi, "Geberip gideceksiniz, bunu ben de biliyorum sen de biliyorsun"
Leonidas konuşmak istedi ama Weo onu susturup "Onun yerine bir anlaşmaya ne dersin?" dedi, "Bizim iskoçlar da benzer bir durumda. Ne dersin, ben sizi bu beladan kurtarayım, siz de bana İskoçyada yardım edin."
"Sen nasıl kurtaracaksın bizi?"
Weo artist artist sırıttı.

3 saat sonra, karınca sürüsü gibi İran ordusu hot gatese yaklaşırken 300 spartalı savaş düzenini almış, hazır bekliyorlardı. Önlerinde Weo tek başına açıkta duruyordu. Elinde ışın kılıcı, yeşil, kırbaç gibi uzamış, cızırdıyordu. "Benden geriye kalanları siz temizleyin" dedi, "Fazla vaktimiz yok. Şu işi çabucak halledelim." Döndü Leonidasa, sırıttı, "Sparta.." dedi, "Bu iş için efsane olacaksınız biliyorsun değil mi?"
Leonidas göz kırptı. Bu arada İran savaş boruları da ötmeye başlamıştı. Weo yüzünü düşman ordusuna döndü, fırtına estirmeye hazırdı, ama aklında başka bir fırtına esiyordu: Zion'a vaktinde yetişebilecek miydi?

No comments: