THROUGH THE NEVER
Weo kendisini yaklaşık 30 yıl sonra rezil (ve) rüsva edecek olan adamla, Morpheus denen çocukla karşı karşıyaydı. Çocuk da yazık masum, şaşkınlıkla bakıyordu, karşısında daha önce görmediği bir herif, muhtemelen kafayı yemiş, niyeti bozuk, duruyordu karşısında.
Weo'nun eli silahına gitti yavaşça, gözleri çocuğun üstündeydi. İki saniye sonra Morpheus'u uzay-zaman şeysinden silip atabilirdi. Ve tam o sırada, bir an için, saniyenin yarısı kadar bir süreliğine, ne yaptığının farkına vardı. Çocuktu lan karşısındaki, yani şimdi büyüyünce Morphy olacak, ama ne bileyim.. 'Ulan az daha ileri zamana gitseymişim' diye düşündü, ama başka şansı olmayabilirdi, işi bitirmeye bu kadar yaklaşmışken..
Gözünün önünde iki tane Weo belirdi, birisi beyaz, böyle kanatlı bir şeydi, diğeri de kırmızı, kuyruklu, muhtemelen şeytanı tanımlayacak tarzda. Vicdani bir hesaplaşmaya giriyordu demek ki. Bütün bunlar o yarım saniye içinde oluyordu.
Beyaz Weo süzülerek geldi, 'Hell yeah' dedi, tükürdü kenara. Kırmızı biraz daha ürkekçe geldi, kenarda andavalvari durdu öyle.
Beyaz şaşırmışçasına baktı Weo'ya, 'Vursana lan hıyarı' dedi. Weo 'Höh' dedi, Kırmızıya döndü. Kırmızı 'Abi ne bileyim, yani vur istersen de, düşünelim bi ya..' demeye kalmadı Beyaz ağzındaki sigarayı (hangi ara koymuşsa ağzına) attı, öfkeyle 'La bak, bana oradan merhamet kavgarası (kavgara?) yapma. İş yapmaya geldik, iş yapacağız. Tereddüt eden herifi sevmem lan ben.' dedi. Adam 'badass'ti.
Kırmızı beyaza döndü, 'Ya abi sen de şimdi sıkıştırma şunu..' derken Beyaz 'Kes lan!' dedi ve tekmeyi çaktı Kırmızı'ya. Kırmızı yuvarlanıp giderken Beyaz Weo'ya uzandı, silahını çekti aldı, döndü çocuğa doğrulttu, 'See you in hell, bitch' dedi ve tetiği çekti.
Silah gürültüyle patladı, mermi çekirdeği şaşkınlık içinde öylece kalakalmış olan zavallı çocuğa doğru ilerledi, ilerledi, ve çat!
Başka bir mermi onunla çarpışıp olayın içine etti. Weo kendine geldi. Silah elindeydi, çocuğa doğrultmuştu, ucundan dumanlar çıkıyordu. Çocuğa bir şey olmamıştı. Biri ilerleyen mermiyi vurmuştu.
Ve ortama artist artist, güneş gözlükleriyle, Smith girdi.
Elinde tabancasını sallıyordu. Üstünde takım elbise yoktu, klasik ingiliz kraliyet gizli güvenlik sorumlusu kıyafeti vardı (hah). 'Vay be', dedi ortamı işaret ederek, 'iyi vurdum ha'
'Evet patron' diye bir ses geldi, Weo'nun arkasından. İki ajan, Weo'nun yanında kollarını kavuşturup durdular. Smith gezinmeye başladı, 'Evet, yabancı, beş saat kadar önce uzay-zaman eğrisine yandan yedirmek suretiyle evrenimize giriş yaptın' dedi, 'Pek de iyi niyetlerle burada olmadığın ortada. Partnerin nerde lan?'
Weo bocaladı, ileride kendisini tanıyacak bir adamla karşı karşıyaydı, bilim adamının uyarısı vardı, uzay-zamanı yamultabilirdi, ama bu da Smith'ti, onu uyarabilirdi, başına gelecekleri söyleyebilirdi, falan filan, 'Eea, Smith bak..'
'Höt!' dedi Smith. Adamlarına baktı, 'Ne dedi lan bu bana?' dedi. Ajanlardan biri 'Senin projeyi kastetti herhalde patron, şu 'Project Smith''
'Lan!' diyerek sallana sallana Weo'ya yaklaştı Smith, 'Sen bana sarkastik laf mı atıyorsun lan aradan' dedi, 'Bana 'sen bir programsın, bir projeden ibaretsin' falan mı demeye getiriyorsun ha?'
Weo 'Eea, yani öyle değil misin sonuçta heh' derken ajanlardan biri ona bir tane patlattı, 'Patron daha beta lan, utanmaz' dedi, 'saygılı ol!'
Uzaklardan bir 'Hell yeah!' sesi geldi. İnsan sesi değildi ama, böyle at kişnemesi tarzında. Weo 'öhöm..' diye aceleye taktı, 'Zimit fazla zamanımız kaldığını sanmıyorum, bırak da şu çocuğu..' baktı ki Morpheus ortalarda yoktu. Çocuk gitmişti.
Weo kafayı yedi. Çok çene çalıp da uzay-zamanda olası bir şaft kayması yaratmak istemiyordu, ama seçenekleri de tükenmişti. 'Bak seni uyarmam lazım' dedi Smith'e, 'Bundan 30 yıl sonra seni birisi yok edecek. Seni silecek. delete yani..'
Smith pek sallamadı. Kelepçeler çıkarmıştı. 'Yea, yea..' dedi, 'Derdini yargıca anlatırsın koç, ona da program şakası yap, belki güler de türlü işkencelerden kurtarır seni. Bu devirde uzay-zaman fantezisi yapanlara hoş bakmıyorlar.'
O anda bir at arabası psikopatlar gibi ortalığa daldı. Atlar sağa sola bağıra tüküre koşuyorlardı. Ajanları ezip geçerlerken Chris 'Atla William!' diye bağırdı. Weo üzerine gelen atlardan birisinin eyerine tutunup havada saat yönünün tersine müthiş bir parende atarak arkadaki arabaya indi (bkz. Legolas stayla - Yüzüklerin Efendisi-İki Kule).
At arabası hızlanarak gidiyordu. Weo 'Hacı daha bir şey yapamadım' dedi, 'Durmalıyız!'. Chris döndü ona, atları göstererek 'Bunları nasıl durduracaksın?' dedi. Weo baktı, atlar headbang yapıyorlardı.
'Ajanların ortaya çıkması kötü oldu' dedi Chris, arabadan kıvılcımlar uçuşmaya başlarken 'Uzay-zamanı yamultmuş olabiliriz. Sen de ne konuşuyordun adamlarla sohbet eder gibi, uyarmıştım seni..'
Ama uzay-zaman Weo'nun umrunda değildi, Morphy'i engellemek adına her yolu mübah gören sapık bir anlayışa kavuşmuştu. Hell, küçücük çocuğu öldürüyordu az kalsın.
'Vatevır' dedi Chris, 'Bu tür yamuk yapabileceğini tahmin ettiğimden dönüşü bir hafta öncesine aldım (bilet alır gibi). Ortalık dağılırsa hani gidip makinayı yapmamı engelleriz hesabı..' derken yandan yedi.
Smith çekiştiriyordu yandan, bir yandan da tırmanıyordu arabaya. Weo da aksiyona atladı, bir kargaşa, ve Smith'le Chris yuvarlandı. Smith arabaya tek eliyle tutundu, diğer elinde de Chris dalgalanıyordu. At arabası 80 mph'leri vurmuştu, alevler çıkıyordu oradan buradan.
Chris bağırdı 'La kurtul şu ajandan! Beni boşver, yeter ki şu herifi arabadan at, uzay-zaman haşat olacak yoksa!' Smith tek eliyle arabaya tırmanmaya çalışıyordu, 'Kaçamazsınız!' tarzı şeyler zırvalıyordu. Weo tuttu Smith'i, 'Beni iyi dinle' dedi, 'Seni silecek tamam mı, Morpheus seni silecek. Haberin olsun.' Bir tane geçirdi Smith'e, ve ajan yuvarlandı gitti, Chris'le beraber. Araba kıvılcımlar saçıyordu, iki şak bir şuk, ve Weo geri dönmüştü şimdiki zamana.
Araba yavaşladı ve durdu, atlar malum zaten. Birden arabadan gürültüler ve dumanlar yükselmeye başladı. Weo kendini attı arabadan, ve 'Güm!', makina yalan oldu. Bu kadar yolculuk alete ayar yapmış olmalıydı. Chris geçmişte kalmıştı. Weo Smith'e gelecekten haberler vermişti. Uzay-zaman hala yerli yerinde gibi gözüküyordu, ama Weo olayların akışına müdahalede bulunmuş olabilirdi. Böyle iyi mi etti, yoksa bir şeylerin içine mi etti, gidip görmekten başka seçenek yoktu ortada.
Weo yola koyuldu.