THROUGH THE NEVER
Weo kendisini yaklaşık 30 yıl sonra rezil (ve) rüsva edecek olan adamla, Morpheus denen çocukla karşı karşıyaydı. Çocuk da yazık masum, şaşkınlıkla bakıyordu, karşısında daha önce görmediği bir herif, muhtemelen kafayı yemiş, niyeti bozuk, duruyordu karşısında.
Weo'nun eli silahına gitti yavaşça, gözleri çocuğun üstündeydi. İki saniye sonra Morpheus'u uzay-zaman şeysinden silip atabilirdi. Ve tam o sırada, bir an için, saniyenin yarısı kadar bir süreliğine, ne yaptığının farkına vardı. Çocuktu lan karşısındaki, yani şimdi büyüyünce Morphy olacak, ama ne bileyim.. 'Ulan az daha ileri zamana gitseymişim' diye düşündü, ama başka şansı olmayabilirdi, işi bitirmeye bu kadar yaklaşmışken..
Gözünün önünde iki tane Weo belirdi, birisi beyaz, böyle kanatlı bir şeydi, diğeri de kırmızı, kuyruklu, muhtemelen şeytanı tanımlayacak tarzda. Vicdani bir hesaplaşmaya giriyordu demek ki. Bütün bunlar o yarım saniye içinde oluyordu.
Beyaz Weo süzülerek geldi, 'Hell yeah' dedi, tükürdü kenara. Kırmızı biraz daha ürkekçe geldi, kenarda andavalvari durdu öyle.
Beyaz şaşırmışçasına baktı Weo'ya, 'Vursana lan hıyarı' dedi. Weo 'Höh' dedi, Kırmızıya döndü. Kırmızı 'Abi ne bileyim, yani vur istersen de, düşünelim bi ya..' demeye kalmadı Beyaz ağzındaki sigarayı (hangi ara koymuşsa ağzına) attı, öfkeyle 'La bak, bana oradan merhamet kavgarası (kavgara?) yapma. İş yapmaya geldik, iş yapacağız. Tereddüt eden herifi sevmem lan ben.' dedi. Adam 'badass'ti.
Kırmızı beyaza döndü, 'Ya abi sen de şimdi sıkıştırma şunu..' derken Beyaz 'Kes lan!' dedi ve tekmeyi çaktı Kırmızı'ya. Kırmızı yuvarlanıp giderken Beyaz Weo'ya uzandı, silahını çekti aldı, döndü çocuğa doğrulttu, 'See you in hell, bitch' dedi ve tetiği çekti.
Silah gürültüyle patladı, mermi çekirdeği şaşkınlık içinde öylece kalakalmış olan zavallı çocuğa doğru ilerledi, ilerledi, ve çat!
Başka bir mermi onunla çarpışıp olayın içine etti. Weo kendine geldi. Silah elindeydi, çocuğa doğrultmuştu, ucundan dumanlar çıkıyordu. Çocuğa bir şey olmamıştı. Biri ilerleyen mermiyi vurmuştu.
Ve ortama artist artist, güneş gözlükleriyle, Smith girdi.
Elinde tabancasını sallıyordu. Üstünde takım elbise yoktu, klasik ingiliz kraliyet gizli güvenlik sorumlusu kıyafeti vardı (hah). 'Vay be', dedi ortamı işaret ederek, 'iyi vurdum ha'
'Evet patron' diye bir ses geldi, Weo'nun arkasından. İki ajan, Weo'nun yanında kollarını kavuşturup durdular. Smith gezinmeye başladı, 'Evet, yabancı, beş saat kadar önce uzay-zaman eğrisine yandan yedirmek suretiyle evrenimize giriş yaptın' dedi, 'Pek de iyi niyetlerle burada olmadığın ortada. Partnerin nerde lan?'
Weo bocaladı, ileride kendisini tanıyacak bir adamla karşı karşıyaydı, bilim adamının uyarısı vardı, uzay-zamanı yamultabilirdi, ama bu da Smith'ti, onu uyarabilirdi, başına gelecekleri söyleyebilirdi, falan filan, 'Eea, Smith bak..'
'Höt!' dedi Smith. Adamlarına baktı, 'Ne dedi lan bu bana?' dedi. Ajanlardan biri 'Senin projeyi kastetti herhalde patron, şu 'Project Smith''
'Lan!' diyerek sallana sallana Weo'ya yaklaştı Smith, 'Sen bana sarkastik laf mı atıyorsun lan aradan' dedi, 'Bana 'sen bir programsın, bir projeden ibaretsin' falan mı demeye getiriyorsun ha?'
Weo 'Eea, yani öyle değil misin sonuçta heh' derken ajanlardan biri ona bir tane patlattı, 'Patron daha beta lan, utanmaz' dedi, 'saygılı ol!'
Uzaklardan bir 'Hell yeah!' sesi geldi. İnsan sesi değildi ama, böyle at kişnemesi tarzında. Weo 'öhöm..' diye aceleye taktı, 'Zimit fazla zamanımız kaldığını sanmıyorum, bırak da şu çocuğu..' baktı ki Morpheus ortalarda yoktu. Çocuk gitmişti.
Weo kafayı yedi. Çok çene çalıp da uzay-zamanda olası bir şaft kayması yaratmak istemiyordu, ama seçenekleri de tükenmişti. 'Bak seni uyarmam lazım' dedi Smith'e, 'Bundan 30 yıl sonra seni birisi yok edecek. Seni silecek. delete yani..'
Smith pek sallamadı. Kelepçeler çıkarmıştı. 'Yea, yea..' dedi, 'Derdini yargıca anlatırsın koç, ona da program şakası yap, belki güler de türlü işkencelerden kurtarır seni. Bu devirde uzay-zaman fantezisi yapanlara hoş bakmıyorlar.'
O anda bir at arabası psikopatlar gibi ortalığa daldı. Atlar sağa sola bağıra tüküre koşuyorlardı. Ajanları ezip geçerlerken Chris 'Atla William!' diye bağırdı. Weo üzerine gelen atlardan birisinin eyerine tutunup havada saat yönünün tersine müthiş bir parende atarak arkadaki arabaya indi (bkz. Legolas stayla - Yüzüklerin Efendisi-İki Kule).
At arabası hızlanarak gidiyordu. Weo 'Hacı daha bir şey yapamadım' dedi, 'Durmalıyız!'. Chris döndü ona, atları göstererek 'Bunları nasıl durduracaksın?' dedi. Weo baktı, atlar headbang yapıyorlardı.
'Ajanların ortaya çıkması kötü oldu' dedi Chris, arabadan kıvılcımlar uçuşmaya başlarken 'Uzay-zamanı yamultmuş olabiliriz. Sen de ne konuşuyordun adamlarla sohbet eder gibi, uyarmıştım seni..'
Ama uzay-zaman Weo'nun umrunda değildi, Morphy'i engellemek adına her yolu mübah gören sapık bir anlayışa kavuşmuştu. Hell, küçücük çocuğu öldürüyordu az kalsın.
'Vatevır' dedi Chris, 'Bu tür yamuk yapabileceğini tahmin ettiğimden dönüşü bir hafta öncesine aldım (bilet alır gibi). Ortalık dağılırsa hani gidip makinayı yapmamı engelleriz hesabı..' derken yandan yedi.
Smith çekiştiriyordu yandan, bir yandan da tırmanıyordu arabaya. Weo da aksiyona atladı, bir kargaşa, ve Smith'le Chris yuvarlandı. Smith arabaya tek eliyle tutundu, diğer elinde de Chris dalgalanıyordu. At arabası 80 mph'leri vurmuştu, alevler çıkıyordu oradan buradan.
Chris bağırdı 'La kurtul şu ajandan! Beni boşver, yeter ki şu herifi arabadan at, uzay-zaman haşat olacak yoksa!' Smith tek eliyle arabaya tırmanmaya çalışıyordu, 'Kaçamazsınız!' tarzı şeyler zırvalıyordu. Weo tuttu Smith'i, 'Beni iyi dinle' dedi, 'Seni silecek tamam mı, Morpheus seni silecek. Haberin olsun.' Bir tane geçirdi Smith'e, ve ajan yuvarlandı gitti, Chris'le beraber. Araba kıvılcımlar saçıyordu, iki şak bir şuk, ve Weo geri dönmüştü şimdiki zamana.
Araba yavaşladı ve durdu, atlar malum zaten. Birden arabadan gürültüler ve dumanlar yükselmeye başladı. Weo kendini attı arabadan, ve 'Güm!', makina yalan oldu. Bu kadar yolculuk alete ayar yapmış olmalıydı. Chris geçmişte kalmıştı. Weo Smith'e gelecekten haberler vermişti. Uzay-zaman hala yerli yerinde gibi gözüküyordu, ama Weo olayların akışına müdahalede bulunmuş olabilirdi. Böyle iyi mi etti, yoksa bir şeylerin içine mi etti, gidip görmekten başka seçenek yoktu ortada.
Weo yola koyuldu.
Friday, March 19, 2010
Wednesday, January 20, 2010
WW - chapter XVI
DEVIL INSIDE
Köyünün tabelasına uzun bir zamandan sonra bakıyordu William 'Nüfus 666, Rakım 13'. Ağır adımlarla girdi köyüne. Yürüyordu William. Evet, yürüyordu. Saatlerdir yürüyordu. Evet, William.
Weo falan geçmişte kalmıştı, (which is) kötü bir geçmiş. İskoçya'nın özgürlüğü deyip çok savaşmış, çok şey yaşamış, ama sonunda başarısız olmuştu. Her şey bitmişti, Morpheus kazanmıştı. Weo kaybetmişti (özet olarak). Şimdi sünger çekmek istiyordu o geçmişe. Savaşlardan, aksiyonlardan, matrixlerden uzak, barışcıl bir hayat sürmek istiyordu köyünde. Bir kız alıp aile kurup ne bileyim çiftçilik falan yapmayı düşünüyordu. Normal bir hayat. Normalleştiğini hissediyordu William. Normal bir insan oluyor, hatta düşünüyordu 'Ya o Weo da ne manyak adammış ya' diye. Uçmak istese şimdi uçabilir miydi, bilmiyordu. Merak da etmiyordu. Weo hatıraları şimdiden ona uzak gelmeye başlamıştı.
Tanıdık insanlarla karşılaşıyordu. Selamlaşıyordu, hal hatır falan.. 'William, neredeydin bunca zaman' falan diyordu insanlar. Berbere gidip traş oldu, o saç sakalı kestirdi (evet, bunca zaman Wallace saçı sakalı karışık bir adamdı ve siz bunu bilmiyordunuz (bkz. Rob Zombie)), baya efendi adam olmuştu. Ahaliyi bir ziyaret etmek istiyordu, ilk olarak köyün bilim adamının (?!) çiftliğine uğradı.
Bu adam, Christopher (Chris diyebiliriz) adında, çılgın bir bilim adamıydı. Yine bir şeyler deniyor olmalıydı, William onu çiftlikte garip bir makinayla buldu.
Adam garip bir at arabası yapmıştı, arabanın üstü makinalarla doluydu, öne de altı at bağlamıştı. Tekerleri kontrol ediyordu. William geldi, 'Usta yine nelerle uğraşıyorsun?' dedi.
Chris döndü heyecanla, 'William gel' dedi, 'Tarihi bir şeye tanıklık edeceksin'
'Bu modifiye at arabası da nedir?' dedi William.
'Bu, koç' dedi Chris, 'Bir zaman makinası. Tam da deneme sürüşü yapacaktım sen geldin. İzle' Göstergeli tuşlu bir makinaya bir şeyler kodladı, 'Bu zaman devresi, buraya iki dakika sonrasını yazdım'. Sonra da koca bir şırınga çıkarttı, 'Zamanda yolculuk için arabanın 88mph hıza ulaşması lazım' dedi, 'Atların o hızda koşabilmesi için steroid adrenalin karışımı bir şey vereceğim, yerse. Bakalım nolcak' Atın birine yaptı iğneyi. At şöyle bi (böyle bi) şahlandı, kişnedi. William bir 'Hell yeah!' dediğini duyar gibi oldu.
Chris diğer atlara da steroid taktı. Atlar 'Damn yeah!', 'No mercy!'ye benzeyen kişnemeler çıkardılar. Bazısı pogo yapmaya başladı olduğu yerde.
Chris 'Hadi bakalım' dedi, ve bir kırbaç alıp vurdu atlara. Atlar manyak gibi koşmaya başladılar. Müthiş bir ivmeyle 30 mph, 40, 50.. psikopata bağlamıştı hayvanlar. Chris heyecanla 'Neredeyse vardılar!' dedi. Ve arabanın üstünde alevler, cızırtılar, derken..
Araba yok oldu gitti. Ateşten teker izleri kaldı geriye. William'la Chris olay mahalline ulaştılar. Chris çok pis heyecanlıydı. Beklemeye koyuldular, az sonra gelecek dedikleri ana geleceklerdi, ve gelecek gelecek geleceklere gelecek hazırlayacaktı. William da heyecanlanmıştı nedense. İçine garip bir his gelmişti, bir kıvılcımlanma ama kendi de çözemedi bunu.
Neyse, kısa süre sonra aynen kaybolduğu yerden 'Şak!' diye ortaya çıktı araba. Atlar aynı hızla koşuyordu ama yavaşladılar ve az daha koşup yere yıkıldılar. Chris 'Bunu tahmin etmiştim' dedi, 'Öyle bir koşudan sonra ölüp giderler tabi. İki düzine at aldım bunun için.'
William'a döndü, 'Başardım William!' dedi coşkuyla, 'Arabayı zamanda iki dakika ileri gönderdim! Bu ne demek biliyor musun? Geçmişe geleceğe gidip olayları görebilir, hatta değiştirebilirsin! Oo, evet dikkat etmeliyim, yanlış bir hareketle uzay-zaman eğrisini...'
Ama William duymuyordu adamı. Beyni spin atıyordu, o hissi şimdi tanımıştı. O geliyordu, geri dönmüştü. Yüzüne bir sırıtış yayıldı, ama bu normal, masum bir köylü gülüşü değildi. Gözleri kıvılcım saçıyordu. İçinden 'Hell yeah!' sesleri yükseliyordu. Weo..
'Yapmamız gereken bir iş var doktor(?)' dedi Weo (evet Weo), 'Arabayı hazırla. Geçmişe gidip Morpheus'u durdurmam lazım, İskoçya'nın geleceği söz konusu!'
'Morpheus mu?' dedi Chris, 'Uyuşturucu değil mi o adam ya?'
'Höh' dedi Weo, 'jargon of the evil' da geri dönmüştü.
Ahırdan altı at daha çıkardılar, bağladılar ve geçtiler arabaya. Chris devreyi işaret etti, 'Ne zamana gidiyoruz?' dedi.
Weo düşündü, 'Bu herif önceden de ne haltlar yemiştir. Biz en iyisi çocukluğuna kadar gidelim, temize alalım işi. Eea, bir de silaha ihtiyacım olacak, doktor'. Niyeti bozuktu.
Steroidler takılmıştı, dönüş için yedekleri de alınmıştı, her şey hazırdı. Chris atları kırbaçladı ve araba kalkışa geçti. Atlar çılgın gibi koştu, araba iyice hızlandı, üç beş cızırtı kıvılcım derken..
Bir 'Şak!' oldu ve aynı yerde gidiyordu araba, ama ortamda nostaljik bir hava vardı (öeh). Araba yavaşlarken etrafa bakındılar, çiftlik aynı çiftlikti ama farklıydı(?!). Weo Chris'e döndü, 'Oldu galiba la' dedi.
Araba yavaşladı, atlar öldü, adamlar indi. Etrafa merakla bakındılar, Chris orada bir gazete buldu ve tarihine baktı, evet geçmişteydiler. Weo'nun atraksiyon yapmaya niyeti yoktu. Doğrudan Morpheus'un büyüdüğü köye gidip işi bitirecekti. Biliyordu hangi köyde büyüdüğünü bu arada, işte some-kind-of-köy. Chris'i dönüş için hazırlanmak üzere orada bıraktı, zira yeni kurban atlar bulunması falan gerekiyordu. Weo yola koyuldu.
Yürüyordu. Tarla ova yürüyordu. Uçmak vardı, ama böyle daha karizmaydı. Arkasından yüzlerce keçi takip ediyordu onu. Some-kind-of-köy'e gidiyordu Weo, Morpheus'u uzay-zaman şeysinden silmeye.
Köye vardığında dikkatleri üstüne çekti, yerliler bu yabancıyı farkettiler. Ona 'merhaba', 'hoşgeldin', 'yardımcı olabilir miyiz?' tarzı kibar şeyler söylüyorlardı, ama Weo hiç sallamıyor, dönüp bakmıyordu bile, yürüyordu. Efendi adam gibi görünüyordu, ama bakışları şeytaniydi. O bebeyi arıyordu. Tanımakta zorlanacağını düşünmüyordu Morp'u. Sonuçta, bir iskoç köyünde zenci bir çocuktu aradığı. Biri ona engel olmazsa çok şer (very evil) işlere imza atacaktı. Aniden geri dönen Weo ters tepkime yapmış, Morpheus'a olan gıcığıyla birleşip ortaya azotlu bir karakter çıkarmıştı. Gezindi köyü, çocukları izledi, turladı falan...
Oradaydı işte. On yaşlarında (approximately) bir zenci çocuk, kayda değer olmayan bir şeyin önünde duruyordu (ahır olabilir, bar, ya da Sears Tower for that matter). Sırtı Weo'ya dönüktü. Weo, gözleri çocuğa kenetlenmiş bir şekilde, ağır adımlarla yaklaştı. Aralarında birkaç metre vardı. Cebindeki 7.65'liği kontrol etti. Morpheus olmalıydı bu, yani, ne bileyim, diye düşünürken Weo, çocuk arkasını döndü. Weo ile karşı karşıya geldiler ve tüm şüpheler silindi.
Çocuk siyah güneş gözlüğü takıyordu. Gözlüğün sapları yoktu.
Weo yana eğilip dikkatlice baktı.
Gözlüğün sapları yoktu.
Köyünün tabelasına uzun bir zamandan sonra bakıyordu William 'Nüfus 666, Rakım 13'. Ağır adımlarla girdi köyüne. Yürüyordu William. Evet, yürüyordu. Saatlerdir yürüyordu. Evet, William.
Weo falan geçmişte kalmıştı, (which is) kötü bir geçmiş. İskoçya'nın özgürlüğü deyip çok savaşmış, çok şey yaşamış, ama sonunda başarısız olmuştu. Her şey bitmişti, Morpheus kazanmıştı. Weo kaybetmişti (özet olarak). Şimdi sünger çekmek istiyordu o geçmişe. Savaşlardan, aksiyonlardan, matrixlerden uzak, barışcıl bir hayat sürmek istiyordu köyünde. Bir kız alıp aile kurup ne bileyim çiftçilik falan yapmayı düşünüyordu. Normal bir hayat. Normalleştiğini hissediyordu William. Normal bir insan oluyor, hatta düşünüyordu 'Ya o Weo da ne manyak adammış ya' diye. Uçmak istese şimdi uçabilir miydi, bilmiyordu. Merak da etmiyordu. Weo hatıraları şimdiden ona uzak gelmeye başlamıştı.
Tanıdık insanlarla karşılaşıyordu. Selamlaşıyordu, hal hatır falan.. 'William, neredeydin bunca zaman' falan diyordu insanlar. Berbere gidip traş oldu, o saç sakalı kestirdi (evet, bunca zaman Wallace saçı sakalı karışık bir adamdı ve siz bunu bilmiyordunuz (bkz. Rob Zombie)), baya efendi adam olmuştu. Ahaliyi bir ziyaret etmek istiyordu, ilk olarak köyün bilim adamının (?!) çiftliğine uğradı.
Bu adam, Christopher (Chris diyebiliriz) adında, çılgın bir bilim adamıydı. Yine bir şeyler deniyor olmalıydı, William onu çiftlikte garip bir makinayla buldu.
Adam garip bir at arabası yapmıştı, arabanın üstü makinalarla doluydu, öne de altı at bağlamıştı. Tekerleri kontrol ediyordu. William geldi, 'Usta yine nelerle uğraşıyorsun?' dedi.
Chris döndü heyecanla, 'William gel' dedi, 'Tarihi bir şeye tanıklık edeceksin'
'Bu modifiye at arabası da nedir?' dedi William.
'Bu, koç' dedi Chris, 'Bir zaman makinası. Tam da deneme sürüşü yapacaktım sen geldin. İzle' Göstergeli tuşlu bir makinaya bir şeyler kodladı, 'Bu zaman devresi, buraya iki dakika sonrasını yazdım'. Sonra da koca bir şırınga çıkarttı, 'Zamanda yolculuk için arabanın 88mph hıza ulaşması lazım' dedi, 'Atların o hızda koşabilmesi için steroid adrenalin karışımı bir şey vereceğim, yerse. Bakalım nolcak' Atın birine yaptı iğneyi. At şöyle bi (böyle bi) şahlandı, kişnedi. William bir 'Hell yeah!' dediğini duyar gibi oldu.
Chris diğer atlara da steroid taktı. Atlar 'Damn yeah!', 'No mercy!'ye benzeyen kişnemeler çıkardılar. Bazısı pogo yapmaya başladı olduğu yerde.
Chris 'Hadi bakalım' dedi, ve bir kırbaç alıp vurdu atlara. Atlar manyak gibi koşmaya başladılar. Müthiş bir ivmeyle 30 mph, 40, 50.. psikopata bağlamıştı hayvanlar. Chris heyecanla 'Neredeyse vardılar!' dedi. Ve arabanın üstünde alevler, cızırtılar, derken..
Araba yok oldu gitti. Ateşten teker izleri kaldı geriye. William'la Chris olay mahalline ulaştılar. Chris çok pis heyecanlıydı. Beklemeye koyuldular, az sonra gelecek dedikleri ana geleceklerdi, ve gelecek gelecek geleceklere gelecek hazırlayacaktı. William da heyecanlanmıştı nedense. İçine garip bir his gelmişti, bir kıvılcımlanma ama kendi de çözemedi bunu.
Neyse, kısa süre sonra aynen kaybolduğu yerden 'Şak!' diye ortaya çıktı araba. Atlar aynı hızla koşuyordu ama yavaşladılar ve az daha koşup yere yıkıldılar. Chris 'Bunu tahmin etmiştim' dedi, 'Öyle bir koşudan sonra ölüp giderler tabi. İki düzine at aldım bunun için.'
William'a döndü, 'Başardım William!' dedi coşkuyla, 'Arabayı zamanda iki dakika ileri gönderdim! Bu ne demek biliyor musun? Geçmişe geleceğe gidip olayları görebilir, hatta değiştirebilirsin! Oo, evet dikkat etmeliyim, yanlış bir hareketle uzay-zaman eğrisini...'
Ama William duymuyordu adamı. Beyni spin atıyordu, o hissi şimdi tanımıştı. O geliyordu, geri dönmüştü. Yüzüne bir sırıtış yayıldı, ama bu normal, masum bir köylü gülüşü değildi. Gözleri kıvılcım saçıyordu. İçinden 'Hell yeah!' sesleri yükseliyordu. Weo..
'Yapmamız gereken bir iş var doktor(?)' dedi Weo (evet Weo), 'Arabayı hazırla. Geçmişe gidip Morpheus'u durdurmam lazım, İskoçya'nın geleceği söz konusu!'
'Morpheus mu?' dedi Chris, 'Uyuşturucu değil mi o adam ya?'
'Höh' dedi Weo, 'jargon of the evil' da geri dönmüştü.
Ahırdan altı at daha çıkardılar, bağladılar ve geçtiler arabaya. Chris devreyi işaret etti, 'Ne zamana gidiyoruz?' dedi.
Weo düşündü, 'Bu herif önceden de ne haltlar yemiştir. Biz en iyisi çocukluğuna kadar gidelim, temize alalım işi. Eea, bir de silaha ihtiyacım olacak, doktor'. Niyeti bozuktu.
Steroidler takılmıştı, dönüş için yedekleri de alınmıştı, her şey hazırdı. Chris atları kırbaçladı ve araba kalkışa geçti. Atlar çılgın gibi koştu, araba iyice hızlandı, üç beş cızırtı kıvılcım derken..
Bir 'Şak!' oldu ve aynı yerde gidiyordu araba, ama ortamda nostaljik bir hava vardı (öeh). Araba yavaşlarken etrafa bakındılar, çiftlik aynı çiftlikti ama farklıydı(?!). Weo Chris'e döndü, 'Oldu galiba la' dedi.
Araba yavaşladı, atlar öldü, adamlar indi. Etrafa merakla bakındılar, Chris orada bir gazete buldu ve tarihine baktı, evet geçmişteydiler. Weo'nun atraksiyon yapmaya niyeti yoktu. Doğrudan Morpheus'un büyüdüğü köye gidip işi bitirecekti. Biliyordu hangi köyde büyüdüğünü bu arada, işte some-kind-of-köy. Chris'i dönüş için hazırlanmak üzere orada bıraktı, zira yeni kurban atlar bulunması falan gerekiyordu. Weo yola koyuldu.
Yürüyordu. Tarla ova yürüyordu. Uçmak vardı, ama böyle daha karizmaydı. Arkasından yüzlerce keçi takip ediyordu onu. Some-kind-of-köy'e gidiyordu Weo, Morpheus'u uzay-zaman şeysinden silmeye.
Köye vardığında dikkatleri üstüne çekti, yerliler bu yabancıyı farkettiler. Ona 'merhaba', 'hoşgeldin', 'yardımcı olabilir miyiz?' tarzı kibar şeyler söylüyorlardı, ama Weo hiç sallamıyor, dönüp bakmıyordu bile, yürüyordu. Efendi adam gibi görünüyordu, ama bakışları şeytaniydi. O bebeyi arıyordu. Tanımakta zorlanacağını düşünmüyordu Morp'u. Sonuçta, bir iskoç köyünde zenci bir çocuktu aradığı. Biri ona engel olmazsa çok şer (very evil) işlere imza atacaktı. Aniden geri dönen Weo ters tepkime yapmış, Morpheus'a olan gıcığıyla birleşip ortaya azotlu bir karakter çıkarmıştı. Gezindi köyü, çocukları izledi, turladı falan...
Oradaydı işte. On yaşlarında (approximately) bir zenci çocuk, kayda değer olmayan bir şeyin önünde duruyordu (ahır olabilir, bar, ya da Sears Tower for that matter). Sırtı Weo'ya dönüktü. Weo, gözleri çocuğa kenetlenmiş bir şekilde, ağır adımlarla yaklaştı. Aralarında birkaç metre vardı. Cebindeki 7.65'liği kontrol etti. Morpheus olmalıydı bu, yani, ne bileyim, diye düşünürken Weo, çocuk arkasını döndü. Weo ile karşı karşıya geldiler ve tüm şüpheler silindi.
Çocuk siyah güneş gözlüğü takıyordu. Gözlüğün sapları yoktu.
Weo yana eğilip dikkatlice baktı.
Gözlüğün sapları yoktu.
Subscribe to:
Posts (Atom)