Doğru düzgün sırayla okumak için bölümler

1 2 3 4 5 5,5 6 7 8 9 10 11 12 13 14 15 16 17 18

Monday, December 7, 2009

WW - chapter XV

TO A BITTER HALT

Bir şehir. Bir sokak. Hafif karanlık. Bir Cadillac. Yolun sonunda. İki adam. Yolun üstünde.

"Hadi William, vursana!" diye bağırıyordu Morpheus. "Vurmaya çalışma bana. Yalnızca vur!". Weo'nun 5 GHz'le attığı yumrukları tek tek savuşturuyordu. Bir yandan da gülüyordu. Çılgın bir coşkunluk içindeydi (hö?) (bkz. frenzy) (ha tamam). Öte yandan Weo kafayı yiyordu. Uzun zamandır ilk defa yorulduğunu hissediyordu. Morphy'i sonunda geriye doğru savurmayı başardığında tükenmişti. Dizleri üstüne düştü. Nefes nefese kalmıştı.

Morpheus bileğini yavaşça ovuşturdu, Gördüğün gibi, Weo dedi, "Bizim savaşmamamız gerekiyor. Bu böyle gider valla."

Weo kararlıydı, bir kez daha Morphy'nin oyununa gelmeyecekti. İskoçya'yı asla paragöz uyuşturucu feodal bir kişiliğe bırakmayacaktı. Doğruldu zorlukla. Çok pis durdu.

Morpheus sırıttı, "Sen bilirsin, Weo" dedi, "E ben de gideyim artık fikrin değişirse haber verirsin. Smith nerede asıl onu getir bana, sağlam bir sürprizim var da.." Arabaya doğru yürümeye başladı, bir yandan da şarkı mırıldanıyordu.

Weo "O yüzüğü nereden bulduğunu söylemedin" diye seslendi. Morpheus gülerek döndü, "Gandalf diye bir heriften aldım." dedi, "İhtiyarı da Zion zindanına attım. Ha Zion demişken," güldü, "Bak Weo buna bayılacaksın. Yüzüğün gücü bana Zion'u kazandırdı. İskoçlar beni kahraman olarak görüyor. Senin olman gereken yerde ben varım yani. İskoçya benim. Tabi sen de Smith'le işbirliği yapan hainsin. Heh, en dramatik kısmı sonda söyledim işe bak."

Morpheus arkasını döndü, ve karşısında Smith'i buldu. Güldü, "Naber patron" dedi. Smith hareketsiz duruyordu. Morphy Weo'ya dönerek "İşte benim patron William" dedi, "Sen bu Zimit'in İngiltere'nin menfaatine yönelik yapılmış bir programdan ibaret olduğunu biliyorsun değil mi?"

Smith "Kalbimi kırıyorsun" dedi sırıtarak.

Morphy "Yazılım yani" diye devam etti, Smith'i duymazdan gelerek. Cebinden bir puro çıkarttı, ağzına soktu, çakmağı çıkarttı, kapağını açtı, puroyu yaktı, kapağı kapattı, çakmağı cebine koydu. "Üzülüyorum yani William, senin gibi bir potansiyelin bu şeyin tarafında harcandığını görmek.."

Smith "Seni kandırmaya çalışıyor Weo" dedi, "İskoçya'nın sonu.."

"Sus la ifelse" diye kesti Morphy. "Neyse ki Weo, sana şimdi ajan Smith'in fiyatını göstereceğim." Bir walky talky çıkarttı. "Ajanlarla anlaştım. Veritabanında bir adamım var şu an. İzleyin". Walky talky'e konuştu, "Evet Joe, Ajan Smith'i sistemden kaldır anam."
Aletten ses geldi "Bir sorun var, delete tuşu yok."
"Yav ne varsa bas" dedi Morphy, '''die', 'kill', 'go to hell', yok mu hiç böyle bir buton?"
'''Lay waste' diye bişi var patron"
"Go'la anam" dedi Morphy ve pis pis sırıttı. Weo Smith'e baktı, ajan kalmıştı olduğu yerde. Çaresizce baktı Weo'ya. İlk defa bu kadar çok ifade etmişti halini.

Birden yere yıkıldı. Weo fırladı, "Lan!" dedi, "Öldürdün Zimit'i!"
"Sildim koç" diye düzeltti Morphy, puroyu attı, arabasına doğru yürüdü "Bunu istemiyor muydun sen bunca zaman? Demiyor muydun 'tekmeleyelim zimiti' diye? Tekmeledik işte". Bindi arabaya, camdan seslendi "Sana tavsiyem bana katılman. Bizi düşman eden Smith'ti, o da şimdi gg oldu. Hala İskoç onurunu kurtarma şansın var William. Gel, seni hainlikten kurtarayım, kont falan yapayım. Düşman olmak zorunda değiliz. Ne için savaşacaksın Weo? İskoçya ise, İskoçya kurtuldu işte" Smith'in cesedini işaret etti.
Camı kapatırken "Yok dövüşmeye devam edeceğiz dersen benim için hava hoş" dedi. Ve araba hareket etti.

Weo Smith'in yanına geldi, ajan cidden gg'ydi. "Asla lan" diye bağırdı arkadan, "Bunu öde.."

Araba gitmişti. Smith de ölmüştü. Weo kalakaldı orada. Yağmur yeniden başladı. Smith'in yanına çöktü. Yol, yordam, strateji düşünemeyecekti. Bu iş açıktı. Bu iş Zion'da çözülecekti, öyle ya da böyle. Kendi halkının yanında çözülecekti iş.

Ertesi sabah, Zion kapıları önündeydi Weo. Kapılar sürmeliydi. Weo etrafa baktı, kimsecikler yoktu ortada. Kapıya geldi, vurdu 3 5, cevap gelmeyince birkaç tahtasını parçalayıp içeri girdi.

Karşısında Zion'lular vardı. Ellerindeki silahları Weo'ya doğrultmuşlardı. Morphy haklıydı. Weo düşman durumuna düşmüştü. Yuh, neler oluyor lan!

İçlerinden birisi "Teslim ol" dedi. Weo sallamadı, "Nerde lan o Morph?" dedi.
Bir İskoç mızrağıyla Weo'ya daldı. Weo mızrağı tutup adamı arkaya attı, doğrulttu karşısındakilere 'Nerde dedim lan' dedi. İşte o anda farketti.

Karşısındaki kendi milletiydi. İskoçlara silah doğrultmuştu. Bunca zaman İskoçya için savaşmamış mıydı o? Şimdi karşısında kalıyordu. Bunu yapamazdı. Morphy buna değmezdi. Mızrağı yere attı, kollarını iki yana açtı, "Pekala, teslim oluyorum" dedi, "Götürün beni. Damn."

Weo bir kuledeki(?!) zindana götürüldü. Hücreye konuldu. Orada bir süre öylece oturdu. Pek bir şey düşünmedi. Fazla şaşkındı düşünmek için. Daha olayların nasıl gelişip de bu hale geldiğini bile anlamamıştı.

Parmaklıklı kapı açıldı, içeri Morpheus girdi. Bir sandalye koydu ve oturdu. Weo kafasını kaldırıp baktı adama, bir şey demedi.

Morphy gülümsüyordu. Bir süre sessizce durdular. "Weo" diye sonunda sessizliği bozdu Morp, "Bu eski neşeli halinden de eser kalmadı bu aralar".

Weo bozuk bir "Heh"le karşılık verdi. Önüne bakmaya devam etti. Morpheus ayağa kalktı, biraz gezindi, yine sessizlik oldu bir süre. "Ya o değil de" dedi, Morpheus, "Şuna asıl şaşırıyorum ben: Bunca olay, senin Weo olman, the One olman, bunca yaşadığımız şey, kahramanlıkların ne bilim.." az durakladı, "Ve sonunda ben kazandım. Heh, ilginç değil mi?"

Weo baktı Morphy'e, acı acı gülümsedi. Morphy güldü, kazandığına kendi de inanamıyormuş görüntüsü vardı.

Biraz sessizlikten sonra devam etti, "Neyse, bu duvarları yarıp çıkacağını ikimiz de biliyoruz" dedi, hücrenin duvarını eliyle tıklattı. "Nereye gideceksin, buralarda takılmaya devam mı?"
Weo cevap vermedi. Morphy "Heh" dedi, "Neyse, sonraki hayatında başarılar dilerim o zaman. Umarım bir daha görüşmeyiz, William." Döndü ve çıktı.

Weo "Heh" dedi kendi kendine. Adam haklıydı. Ayrıca inkar etmenin manası yoktu, duvarı parçalayarak dışarı çıkacaktı; kalktı ayağa, ve duvarı parçalayarak dışarı çıktı (yani). Uçarak yükseldi, kaleye yukarıdan baktı. "Morpheus kesin surlardan izliyordur" diye düşündü. Hızla uzaklaştı "İzliyor ve gülüyordur."..

Friday, October 2, 2009

WW - chapter XIV

THE REAL BAD MAN

Şiddetli yağmur Londra sokaklarını yıkama işini abartırken, o (he) bir sokak lambasının dibinde hareketsiz duruyordu. Sırılsıklam olmuştu. Pek de salladığı yoktu. Şemsiye kullanmazdı. Sevmezdi. Şemsiyeyi.

Sokağın başında bir otomobil belirdi. Farları adamı aydınlattı (sokak lambasının pek de aydınlattığı söylenemezdi), koyu ve uzun parkesini ışıldattı. Adam önüne bakıyordu, hareket de etmedi. Araba yavaşlayarak yanaştığında bile kafasını çevirip bakmadı.
Araba önünde durdu, arka kapısı açıldı. Adam tek hamlede bindi, kapıyı kapattı. Araba yola çıktı.

Karşısında oturan siyahi adama baktı. O da uzun ve koyu giyinmişti. Sapsız güneş gözlüğü gözündeydi. Ağzına büyük bir puro sıkıştırmıştı. Suratına da garip bir sırıtış kondurmuştu.

William 'Heh' dedi, genelde konuşmalarına öyle başlardı, 'Bu cadillac kiralık falan değil, dimi Morpheus?'

Morpheus güldü, puroyu ağzından çıkardı, dumanı tüttürdü, başını iki yana salladı. Weo 'Pekala..' diye mırıldandı, etrafına bakındı, cadillacın döşemelerine göz gezdirdi. 'Fakir falan?' dedi, el kol hareketi yaptı, 'İskoçya'nın özgürlüğü, Zion?'
Morpheus yine güldü hafiften, purosunu dişlerinin arasına yerleştirip ısırdı, bir şey demedi.

Weo 'Höh' dedi. İçinden düşündü 'Fakir makir ayakları empati sempati toplamak için, iskoç ayakları da bizleri Smith'e karşı kullanmak için. Hell yeah, hell yeah..'

Morpheus purosunu çıkarttı, 'Doğru' dedi. Weo da o sırada içinden değil, sesli düşündüğünün farkına vardı. Neyse, Morphy kandırdığını kabul ediyordu, Smith'in dedikleri doğru olmalıydı, bu da Weo için en basitinden Morphy'ye dalmak manasına geliyordu. Ama bunca zamandır dost bilmişti onu, belki önce diyeceklerini dinleyebilirdi. Damn! Hala sesli düşünüyordu!

Morphy puro ağzında gülüyordu. Weo 'Ulan' dedi, 'Ben de sana yardım edecem diye zilyon tane Pers kestim iyimi..'
Morphy hızla çıkardı puroyu, 'Hayır işte adamım,' diyerek öne eğildi. Havalıydı. 'Sen iskoçyana yardım ettin. Ben sadece arada kendime fayda sağladım. En etik şekilde değil tamam ama, herkes sonunda istediğini aldı.'

'Lan hepimizi kandırdın' diye çıkıştı Weo.
'Whatever be adam' dedi Morphy 'Ben kendi menfaatimi koruyordum siz de İskoçya'nın özgürlüğünü. Ve Zion'da yanyana savaştık. Daha ne istiyon lan?'
'O sen aradığımız kişisin, beklenen adamsın hikayeleri neydi Morp?'
'Seni de kandırdım Weo, çünkü Smith'e karşı bir matrix adama ihtiyacım vardı.'

'La zımba o zaman ben hastanedeyken niye suikastçı gönderdin?'
'Çünkü artık ihtiyacım yok' dedi Morphy. İyi oturtmuştu lafı. Bir sessizlik oldu.

'La öldürtmek zorunda mıydın Morp kılıklı?' dedi Weo. Morphy 'Yani,' diye açıkladı, 'Şimdi Smith'in eline düştüğün için, ve sana benden bahsedeceği ve senin onun yanına geçeceğini tahmin ettiğim için, kısacası eea artık savaşacağım kişi durumunda olacaktın.'

Weo 'Heh' dedi, 'Savaşacağız öyle mi?'
'Gerekirse' dedi Morp.
'Gerekecek' dedi Weo sinirle. 'Sonunda birimiz ölecek.'
Morp artistçe 'Sen öleceksin yani' dedi, 'Ben kalacağım daima, ebediyen. Çünkü sermayeyim. Yiyip yutanım. Ağayım. Uyuşturucuyum. Sömürenim. Yönetenim!'
Weo için bu kadarı yeterdi. 'Ben de halkım!' dedi, 'Halktan y(ee)anayım!' Fırladı koltuktan ve Morpheus'u oturduğu yere gömdü. Araba sarsıldı, şöför dönüp baktı.
Morp purosunu yavaşça çıkardı ağzından, sırıttı. 'Devam et sen' dedi şöföre sakince, üstünde duran Weo'ya baktı, 'Heh' dedi. Ve bir tekme geçirdi. Weo tavanı parçalayarak havaya uçtu. Yola düştü.

O ne lan?! Nasıl böyle bir hareket yapabilmişti Morp? Son gördüğünde öyle matrix'ten anlayan biri değildi?

Weo şaşkınlıkla doğrulmaya çalışırken, araba durdu. Kapısı açıldı, Morpheus sakince dışarı çıktı. Üstünü başını düzeltti. Bu arada yağmur da durmuştu.
Morp artist artist Weo'ya doğru yürümeye başladı. Bir yandan da konuşuyordu 'Sana artık ihtiyacım yok derken, Weo efendi' dedi, 'Ben ciddiydim yav? Sen pek değildin anlaşılan..neyse..'

Weo ayağa kalktı, parkesini çıkarmakta olan Morpa doğru koştu. Uçan tekme girdi.
Morp bir ayağıyla Weo'yu durdurup diğer ayağıyla havada pis bir dönüş ve güm: Weo yerdeydi. Morp parkeyi çıkartmaya kaldığı yerden devam etti. Düzgünce katlarken 'Hapis seni eskitmiş yav, Weo' dedi. Yolun kenarına bıraktı kıyafeti.
Weo 'Noluyoz olum?' dedi, doğrulmaya çalışıyordu.
'Sen oralarda Smith'inle takılırken ben boş durmadım' dedi Morp, 'Şu sana yeterince anlamlı geliyor mu?' Yumruğunu uzattı.
Weo herifin eline baktı, 'Damn!' diye bağırdı, 'La bi bu eksikti!'

Morpheus'un parmağında güç yüzüğü vardı.

Tuesday, September 15, 2009

WW - chapter XIII

IN THE HOLE

'Morphy bir de ajandı ha?'
'Evet FBI eskisi.'
'FBI da ne la?' dedi Weo.
'Bizim istihbarat servis, öyle harflendirelim dedik. Neyse işte bu Fransa'da çalışıyordu. Görevini kötüye yardırmış diye duyduk. Meğer adam feodal takılıyormuş ağa olmuş. Bunun üzerine onu kibarca FBI'dan attık'.
'Kibar derken?'
'Senin yaşadığın işkencelerin az bir bölümü diyelim' dedi Smith.
'Balkon?'
'O yeah'
'Fırın?'
'O kadar gitmedik' dedi Smith 'Atıldıktan sonra bu İskoçların arasına katıldı. Millet özgürlük savaşçısı olduğunu sanıyor.'

'İyi de Zimit' dedi Weo, hücresine bırakılan kirli bakırdan çorbasını içmeye çalışıyordu. 'Madem öyle, niye bunları bana daha önce söylemedin ki?'
'Çünkü Morpheus'un etkisi altındaydın, söyleyeceklerim boşa gidecekti'
'Heh yani şimdi boşa gitmedi öyle mi?'
'Wallace' dedi Smith, 'Burası Azkaban burdan çıkış yok(!0!). Kalan hayatımız burada birlikte geçecek. Yalan söylemem için bir sebep var mı?'

Weo 'Hmm' dedi, bu sırada karşıdaki hücrede Harry Potter belirdi, 'Aslında' dedi, 'Bir kaçış imkanı olabilirdi'
Yanındaki hücreyi işaret etti, 'Bu voldemort hapishane inşa planlarını blueprint vs. biliyor, kaçış yollarını falan..'
Weo parmaklıklardan birisini yamulttu, 'E bunlar kolay gözüküyor' dedi, 'Niye kaçmadınız?'
'Sorun, ruh emiciler' dedi Harry. Bunlar sanki adları anılınca gelen yaratıklarmış gibi koridora bir ağırlık çöktü. 'İnsanın şaftı baya kayıyor.'

'Yav geç emotional travmaları yolu göster. La adam' dedi Weo, 'neydi la bunun adı?'

Voldemortun hücresi sessizdi. Harry 'Pek de sempati beklemeyin derim' dedi, 'Bu benim hikayemde kötü adamdı da.'
Weo parmaklıkları biraz daha ayırıp kafasını çıkardı, 'Peki o bizim hikayede benim kim olduğumu biliyor mu?' dedi.
Bir sessizlik oldu. Smith 'Eea' diye toparladı, 'Herif silahla kendi ağzına ateş etti.' dedi.

Sessizlik kaldığı yerden devam etti. Voldemortun hücreden boğuk bir 'Holy damn!' sesi duyulur gibi oldu.

Ve koridora pis bir soğukluk(?) yayıldı. Weo 'Noluyoz lan' havasında hücresine çekildi. Havada süzülen garip bir yaratık dar hücrenin içine daldı. Yaklaştı Weo'ya, ortam buz gibi oldu. Üç beş kötü anılar canlandı, yaratık kukuletasını (inikti ki) kaldırdı, Weo'nun ruhunu reverse-üfürük tekniğiyle emmeye başladı... daha doğrusu başlayacaktı... emmedi yani, tavuk mu emiyon lan!
Weo 'Kes lan!' dedi ve kukuletayı tutup çekti, yaratığın boynuna doladı. Sıktırmaya başladı. Yaratık takıldı bi, çırpınmaya başladı. Güç bela kendini kurtarıp çığlıklar atarak koridorda kayboldu.
Weo parmaklıklara yapıştı 'Gel lan buraya!' diye bağırdı. Karşıda Harry donmuş, olan biteni izliyordu. Bağırmaya başladı 'Lan Tom bu adamlar manyak, cidden kaçabiliriz olum hadi lan konuş oturma orada!'

Yılan suratlı kötü adam sallanarak parmaklıklara geldi, yan yan Harry'ye baktı, Weo bir nefret ifadesi görür gibi oldu. 'Tamam lan tamam' dedi soğukça. 'Tamam 4'ümüz kaçacağız o zaman, siz ikiniz, ben ve Potter'.
'Tamamdır! Yaylanalım!' dedi Harry sevinçle. Weo kafa salladı ve hücrelerin parmaklıklarını söktü. 4'ü koridordaydı. Voldemort önde, kasvetli zindanda ilerlemeye başladılar. Ruh emiciler Weo'yu görüp kaçıyorlardı, ilişmediler hiç.

İşte dere tepe düz whatever, dışarı çıktılar sonunda. Zindanın bulunduğu küçük ada, denizin ortasındaydı. Harry 'Ee nasıl gideceğiz şimdi?' deyip bot falan var mı diye bakınmaya koyuldu. Weo 'Heh' dedi, Smith'le duruyorlardı. Bot dertleri yoktu sonuçta uçar giderlerdi if there is a hole. Voldemort ise kayalıkların arasında geziniyor bir şey aranıyordu. Harry bunu fark etti, 'Tom sen de napıyorsun orada?' dedi.

Voldemort döndü, elinde bir dal parçası vardı. Şöyle bir tarttı, iyi olduğuna karar verdi, Harry'ye doğrulttu, 'Avada kedavra!' diye bağırdı.

Yeşil bir flaş ve Harry yere yıkıldı. Weo 'Höh' dedi. Smith 'Noluyoz lan?' dedi. Weo, 'Eea' diye bocaladı, 'işte, kadavra dedi ya'. Sonra da güldü. Weo'ya göre espri espriydi.

Voldemort odunu attı. İkiliye döndü, adam soğuktu 'İş meselesi falan değil. Tamamen kişisel' dedi. 'Hortkuluk işine de başlıyım madem ben de. Hadea'. Havalandı, uçtu gitti.
Weo 'Vay be' dedi, 'Adam sağlam ha. Kötü mötü de sağlam çıktı'.

Smith 'Neyse' dedi, 'Olum William kurtulduk. Yeniden doğmuş gibiyim. We are back olum!'
'Dur daha' dedi Weo artist artist, 'Önce şu Morpheus meselesini çözelim'
'Bütün mesele de o zaten, my friend' dedi Smith artist artist 'Bütün mesele o'.
Uçup gittiler.

Monday, August 31, 2009

WW - chapter XII

TWISTING LIES (höh artist oldu baya)

Weo gözlerini açtığında, hastanede olduğunu farketti. Boğazı sargılar içinde, yataktaydı. Previously on WW neler olduğunu hatırlamaya çalıştı, sanki üstünden 7 ay geçmiş gibi hissediyordu. Smith vardı evet, bayılmadan önce Smith onu götürüyordu. Demek yakalanmıştı. İşi işti. Suikast işi de yatmıştı belli ki.

Kapı açıldı ve içeri hemşirenin biri (one of) girdi. Elindeki kağıtları karıştırarak 'Kendini vuran manyak sen misin?' dedi. Weo eliyle metalika işareti yapıp 'Hell yeah' dedi. Adam (adamdı) yatağa yaklaştı, elindeki hapı uzattı 'İç la' dedi. Weo 'Hadi ordan burası Zimitin hastanesi değil mi? Hiçbir şey içmiyorum' dedi. Hemşire 'İyileşmek için içmek zorundasın' dedi.
'İyiyim ben iyi'
'La iç'
'Bak hemşire, burada sinirlenme ihtimalimle ilgili seni uyarmak isterim'
Hemşire cebinden bir tabanca çıkarttı, Weo'ya doğrulttu, güm.
Hemşire yere yıkıldı. Kapıda Smith duruyordu, elinde bir pompalı tüfekle. 'Hmm' dedi, 'tahmin ettiğim gibi, Wallace'.
'Eea, teşekkür etmeli miyim bunun için' dedi Weo. Yerdeki cesedi gösterdi. 'Yani o binadayken bir şeyler konuşmuş olabiliriz de şinci, orada kafam yamuktu baya. I mean baya.'
'Şöyle anlatayım' dedi Smith, 'Bu Morpheus denen adam senin bildiğin gibi birisi değil.'
'Hö? Nolmuş Morp'a?'
'Bu herif işte, Morpheus'un adamı' dedi Smith. 'Herhalde senin artık işe yaramayacağını düşünmüş.'
'Oha derler.'
'Pis ciddiyim William. Morpheus seni kandırıp kullandı. Aslında sadece kendi menfaatini düşünüyor. Niyeti tüm Britanya'yı ele geçirmek. Zion'un kontrolünü eline aldı bile. Krallığı da yıkıp amacına ulaşmaktan başka hiçbir şey umrunda değil.' Yatağa yaklaştı ve sesini gizem tonuna getirdi, 'And I'm sure İskoçya'nın özgürlüğü de hiç umrunda değil Wallace' dedi, 'hiç at all.'
'Bi kere inanmadım' dedi Weo. 'Ayrıca Morp hiç değilse bana yardım ve yataklık etti. Senle ise savaşıyoruz forever.'
'Evat' dedi Smith, 'düşmanca davrandığım doğru, ama senin kim olduğunu görünce fikrim değişti. Sen Weo'sun, yalan yok. Dostluk öneriyorum şimdi.'
'Heh' dedi Weo, 'Olum zimit senin amacın da bildiğin Britanya'yı ele geçirmek doesn't it?'
'Evet' dedi Smith, 'Ama deal yapabiliriz. Sen benim kazanmama yardım et ben de sana İskoçya'yı veriyim, full kase. Tam bağımsızlık. Özgür olacaksınız.'

Bu Weo'yu yamulttu hafif, 'öea' diyebildi. İlgisiz gibi gözükemedi. 'Sen ne kazanacaksın?'
Smith kulaklığını çıkarttı, 'Şunlardan kurtulayım. Diğer ajanları da temizleyeceğim, şu sistemi yıkacağım. Senin yardımınla tabi. İskoçlar da özgür olacak. Bence iyi bir deal. Sonuçta,' dedi sırıtarak, 'Böyle bir deal'ı Morpheus'tan alamazsın ona göre. Onunla gideceksen özgürlüğü unut.'
'Ne demek yani?'
'Tabi olum' dedi Smith, 'Morpheus hayatta İskoçya'yı bırakmaz. Çünkü uyuşturucu güzergahı orası.'
'Uyuşturucu mu?'
'Evet uyuşturucu' dedi Smith. 'İnsanoğlu servete doymadığı için.'

'Heh, höh, hmm' dedi Weo, afallamıştı 'yav zimit hangi Morpheus'tan söz ediyoruz. Bizim Morp fakir bir adam ya. Yiyecek ekmeği zor buluyo o.'
'Ne fakiri lan' dedi Smith, 'Morpheus toprak ağasıdır. Fransa'da 28 köyü var. Hell, benden bile zengindir o.'

Weo 'İyi de' dedi, 'Şimdi bütün bu anlattıklarına inancak mıyım ben heh?'
'Daha bitmedi' dedi Smith ama arkadan 'Smith' dedi birisi. Kapıda iki ajan duruyorlardı, birisi 'Mikrofonunu açık unutmuşsun. Dediklerini duyduk.' dedi.
'Höh' dedi Smith. Weo'ya döndü, 'Samimi olduğumu gösterme fırsatı doesn't it?' dedi ve pompalıyı çekip hızla dönerek ateş etti. Mermiler falsolu gitti ama ajanlar sıyrılmayı başardı. Üçü odada kapışmaya başladı.

Weo yavaşça yataktan kalktı, düşündü. Ne yapmalıydı? Smith 2 defa hayatını kurtarmıştı aslına bakarsa, Morpla ilgili dediklerine inanmasa bile burada ona yardım edebilirdi. Belki de hepsini Smith ayarlamıştı? En iyisi hepsini birden aşağı almalıydı.
Gerildi ve odayı birbirine katmakta olan üç ajana girdi. 'Top' misali duvarları yıkarak bütün hastaneyi dağıttılar. Sonunda yere yuvarlandığında Weo bir kloroform variline(!) çarptı ve tüm ortam kloroform oldu(+&). Weo bayıldı gitti.


Gözünü açtığında bir hapishane hücresindeydi, berbat bir ortamdı, karanlıktı. Weo doğrulup parmaklıklara geldi 'Höt lan' dedi. Yan hücreden ses geldi 'Uyandın demek Weo. Azkaban hapishanesine hoşgeldik. Heh.'

Smith'in sesi pek çaresiz geliyordu 'Burda ölecez Wallace. Kariyerimiz bitti, buraya kadarmış. Ruh emici falan zil olduk.'

'Well well,' dedi karşı hücreden birisi. Gençti oldukça, 'Biz de yalnızlık çekiyorduk' dedi, 'Kariyer yorumuna da katılıyorum. Benim adım Harry.'
'Heh alnına kim öyle çizik attı?' dedi Weo.

'O' diyerek yan hücreyi gösterdi Harry. Bu hücre diğerlerinden daha karanlıktı. Biri o karanlıkta hareket etti ve parmaklıklara geldi, tıslarcasına 'Kimsiniz lan' dedi.
Adamın yılanımsı bir suratı vardı.
Weo geri çekildi, 'Holy damn..' diyebildi.

WW - chapter XI

PSYCHOPATHIC DRAMA - PART II

"Weo, istersen planı iptal edelim. Senin gerçekten yardıma ihtiyacın var."

"Hayır Morp, plana devam edin. Ben iyiyim, siz.. siz gidin. Sadece biraz yalnız kalmalıyım."

"Emin misin, Weo?"

"Hey, lanet heriflerin gerçek olmadığını biliyorum artık değil mi? Sorun olacağını sanmıyorum. Hem hömm, höh, sizin de gerçek olup olmadığınızdan emin değilim zaten. Gidin başımdan."

Yavaşça başını salladı Morphy, endişeli gözüküyordu. Tri ile kiralık cadillac'a bindiler, ve uzaklaştılar. Partiye gidiyorlardı, Smith'in partisine. "Hömm" diye düşündü Weo (?), ikizlerin şimdi geleceğini hissediyordu. Kesin gelirlerdi. Doesn't it?

"Vay kimler buradaymış" diye sallanarak çıkıverdi teki ortaya. Öteki de kenarda bacak bacak üstüne atmış oturuyordu. Weo tek kelimeyle "Höh" dedi (!?), "Arıza mısınız lan siz? Yokmuşsunuz işte tamam uzayın"

"Biz mi yokuz?" dedi teki, ötekine "Bu herif tozutmuş oğlum demiştim de inanmadın bana bak, bu arada gözlüğün yamuk duruyo düzelt şunu rezil misin nesin" tarzında bakarak(?!).

"Yoksunuz oğlum" dedi Weo "Gördük kamera kaydını baya da yoktunuz"

"Yav oğlum" diye ayağa kalktı öteki, "O kasedi modifiye ettik biz. Üstünde oynadık reklam olup çıkmayalım diye. Senin morphy de seni deli olduğuna inandırmış. Höh, o morphynin başının altından çıkıyo her halt zaten."

"Evet, şu morpheus" dedi teki ötekine "Ondan kurtulmak lazım asıl oğlum, lanet zenci"

Weo'nun başı dönüyordu. Geriledi, uzaklaşmaya çalıştı ikizlerden. Tabi ki işe yaramıyordu, ikizler kafasında dönen fırtınaya toz bulutu olmuşlardı "Gerçekler işte oğlum, kayıtla oynamışlar".."Ne modifiyesi oğlum, çok da teknoloji biliyon"..."Kafanda senaryo uyduruyorsun işte"..."La oğlum baya gerçekler işte şurada duruyorlar".."Bu 'oğlum' da nereden çıktı öea..."

Ne yapmalıydı? Kendi kendine çözemeyecekti bu işi, orası kesin. Kime gidebilirdi, kime? Kim onu ve ikizleri bilebilirdi? Ya da görmüş olabilirdi?

İkizlerin tip değişti birden. Weo ise "Hah" diyip havalandı. Son sürat uçmaya başladı. Teki arkasından bağırdı "Bizi Fransıza ispiyonlayacak! Satacak lan bizi!"

Weo süratle uçuyordu, doğruca Fransızın restoranına. Hedefine kilitlenmiş bir roket (öea) havasındaydı. İnişe geçti. Restorana tam çakılacaktı ki, yandan yedi. Evet, sağdan sağlam bir darbe ile yere çakıldı. Restoranın önüne düşmüştü. Zar zor ayağa kalktı, üstü başı toz içindeydi. İkizler önünde duruyordu. Höh, bunlar hayal iseler baya gerçekçi bir darbeydi bu. Weo bir ikizlere, bir de restorana baktı. Kapışmaya başladılar.

Bu kavga gürültü sürerken restoranın kapısı açıldı. Adamın biri bağırdı "Lan manyak, noluyor orada!". İkizler adama döndü. Weo fırsat bu fırsat tarzı bir düşünceyle yerinden fırladı ve uçarak restorana girdi. Hızını alamayıp içeriyi de dağıttı. Fransız da orada oturuyordu işte. Hemen yakaladı onu ve havaya kaldırdı. Silahlar Weo'ya doğrultuldu.

Fransız "Belasın oğlum sen" dedi. Weo "Ben burada senle yemek yerken" dedi, "Masada senin solunda ikizler oturuyor muydu?"

Fransız tek kelimeyle "Hö?!" dedi. Weo devam etti "Senin adamların. Böyle albino beyaz elbiseli güneş gözlüklü ikizler. Artist bişeyler. Masada bizimle oturmuyorlar mıydı?"

Fransız "Sen delisin" dedi.

"Cevap ver lan!"

"Yok tamam! Yok öyle bir şeyler ne ikizleri, böyle bir şey sormak için mi olay çıkarttın sen şimdi!"

Weo "Vay bea" dedi. "Heh" dedi. "Sağolasın" dedi. "Silahları indirsinler" dedi.

Tabancanın birini aldı, "Buna ihtiyacım olacak" dedi "Hadea" ve hızla dışarı çıktı. İkizler ortada yoktu. Belki onları vurursam kurtulurum düşüncesindeydi. O sırada Morpla Tri aklına geldi. Tamamen unutmuştu onları. Ne zamandır ikizlerle oyalanıyordu böyle? Karanlık çok pis çökmüştü. Parti başlamış olmalıydı. Ya bunlar yakalanırsa? Yanlış bir hareket yaparlarsa? Son sürat uçmaya başladı.

Partinin olduğu binanın yakınlarında indi. Görkemli binalar süslüyordu burayı. Koşarak ışıklı dev binanın yanına geldi. Ön tarafta davetliler ve korumaların oluşturduğu kalabalık vardı. Weo baktı, Morpla Triyi göremedi, ne yapacağını düşünüyordu ki "Weo" fısıltısıyla irkildi. Morphy'di bu, duvarın dibinden sesleniyordu "Trinity içerde, sen nerede kaldın böyle?"

"Şey..eea" diye başlıyordu ki Weo, arkasında ayak sesleri duydu. Hızla döndü. İkizler karşısında duruyordu. Morphy'nin "Weo, weo" deyişleri geri plana itiliverdi. Teki pis pis sırıttı, "Bak sen, Morphy de buradaymış" dedi, "Problem kaynağımız, değil mi Weo?"

"Höh" dedi Weo, silahını aradı, ama ötekinin elinde gördü onu. Teki devam etti, "Bizi sıkıntıya sokan, kuyumuzu kazan, birliğimizi bozan Morphy, evet Weo. Bütün problem o zenci. Bu işi bitireceğiz, bizim için. Üçümüz için.." Ötekine döndü. Öteki yürüdü, silahı Morphye doğrulttu. Morphy "Weo" dedi panikle, geri çekildi "Weo napıyorsun?"

Weo'nun kafa spin atıyordu. İkizler Morphyi vuracaktı, ama vuran Weo olacaktı. Höh. Hemen oradan uzaklaşması gerektiğini düşündü, Morphyden uzak olursa, ona zarar da veremezdi. Fazla düşünemedi. Öteki tetiği çekiyordu. Weo kendini havaya fırlattı. Bütün gücüyle yükseldi havada. Nereye gittiğini bilmek istemiyordu. Yükseldi ve hızla dalışa geçti. Binanın birine çatıdan girdi. Çatı katının zeminine çakıldı. Ortalık toz duman olmuştu. Öylece yattı yerde bir süre. Şaftı kaymıştı. Her tarafı ağrıyordu.

Sonunda zorla ayağa kalktı. Görüntü yavaşça netleşti. Karanlık büyük bir mekandı burası. İkizler karşısında artist artist duruyordu. Öteki silahı tutuyordu. Weo iki büklüm, zar zor bir "Höh" sesi çıkarttı. Teki yaklaştı, "Şu haline bak Weo" dedi, "Bize ihtiyacın var işte, yoksa bu hallere düşüyorsun. Biz bir ekibiz."

"Hayır, ihtiyacım yok size" diye geveledi Weo. Teki devam etti "Evet var, Weo" dedi, "Sen dengesiz ve manyaksın. Konuşmayı bilmiyorsun ve fazla düşünmüyorsun. Biz olmasaydık, bu suikast planını Ziona kabul ettirebilir miydin ha? Bu planları yapabilir miydin? Kimse seni dinler miydi?"

Weo kendine kabul ettirmeye çalışıyordu "Bunlar yok, gerçek değil, Fransızı duydum, hayal bunlar..." Nasıl kurtulabilirdi? Öteki bağırdı "Bırak şu saçmalıkları da önüne bak! Morpheus'tan kurtulmalıyız Weo, bizi dinle!" Elindeki silahı salladı.

Weo restorandan aldığı silaha öylece baktı. "Siz gerçek değilsiniz" dedi kendi kendine, "Silahı tutuyor olamazsın" Ampuller yandı kafasında "Silahı tutan benim!" Eline baktı ve silahı tuttuğunu gördü. Sanki birden ağırlık yapmaya başladı tabanca. Ötekine (ikizlerin ötekisi) baktı, onun eli boştu. "Heh" dedi teki, "Bir mantık patlaması yaptığını sanma koçum, hiçbir şeyin değiştiği yok"

Weo tip tip baktı, ve yavaşça silahı kendi çenesine doğrulttu. Akıllı bir hareket olduğundan emin değildi, ama takmıyordu da. Öteki güldü, "Ne bu şimdi, kafana kurşun mu sıkacaksın?"

"Benim kafama değil" dedi Weo soğuk soğuk "Bizim kafamıza."

"Öea" dedi öteki ve tekine döndü. Teki şaşkındı. Öylece durdular bir süre. Weo pis ciddiydi. Teki yaklaştı, "Bak, eea" dedi, "Biz biriz tamam mı, bundan emin ol. Aynı tarafız".

"Siz ikiniz" dedi Weo çok pis, "Şimdi beni iyi dinleyin." İkizler birlikte "Peki" dediler. Weo devam etti "Gözlerim açıldı" Ve silahı ağzına sokup tetiği çekti.

Görüntü kaydı, bir boşluk, bir sıcaklık ve Weo oradaki bir sandalyeye yığılmıştı. Silah elinde sallanıyor, ağzından dumanlar tütüyordu. Boğazından kan boşanıyordu. İkizler karşısındaydı. Teki "Höh" dedi, "Adama bak".

Ve yere yıkıldı. Öteki de onunla birlikte düştü. Kafaları yarılmıştı(höh).

Weo bir süre sandalyede kaldı öyle. Arkadan bir ses gelmesiyle hareketlendi. Zorlukla doğruldu, yarım yamalak yürümeye başladı. Görüntü yavaşça geliyordu, hala netleşmemişti. Beyni bir sinyal gürültüsü altındaydı. Boğazından akan kanı hissediyordu, yarasının sıcaklığını ve acısını duymaya başlamıştı sanki. Bir yandan da halsizlik ve baş dönmesi sarıyordu, zıt kutuplarda gidip geliyordu Weo.

Asansörün "Dın" sesiydi onu hareketlendiren. Çatı katına geliyordu. Weo asansör kapısının önüne kadar gelebildi, ve dizleri üstüne düştü. "Dın..". Kapı açıldı. Weo kafasını kaldıracak gücü bulamıyordu, içeri giren kişinin ayaklarına baktı. Parlak siyah ayakkabılar. Yavaşça kafasını kaldırdı. Takım elbise, vs...

Smith hafif eğildi, güneş gözlüğünü çıkardı. Tip tip baktı Weo'ya. Weo da solgun bir bakışla karşılık verebildi. Smith etrafa bakındı, "William" dedi, "Sen kendini mi vurdun?"

Weo "Heh" dedi, "Evet öyle oldu" Sesi scream vocal tarzı çıkıyordu. "Niye sorma uzun hikaye."

Smith öylece baktı. "Bunu da beklemezdim yuh" tarzı bir bakışı vardı(?!). "Berbat durumdasın" dedi, eli kulaklığına gitti, "Ambulans getirtelim hemen". Weo "Yok la iyiyim ben.." diye geveledi, ayağa kalkmaya çalıştı, başı döndü, düşecekken Smith tuttu onu. "İyiyim de" dedi, "Şu kan akıyo o biraz arıza yaptı işte heh"

Smith mendil çıkartıp verdi, Weo boğazına bastırırken "Sağol kanka" dedi. "Tamam işte sorun yok". Smith "Höh" dedi Weoyu asansöre geçirirken "Yüzünün halini görsen" dedi, "Pis dağıtmışsın". Zemin tuşuna bastı.

Asansör hareketlendi. Weo kabin duvarına dayandı, başı dönüyordu. Görüntü kayıyordu yine. "Silah sesinden mi beni buldun?" dedi. Smith başını salladı "Yandaki binada bir davetteydim ben de" dedi, "İptal oldu o da heh, şimdi aşağıda bi güvenlik koşuşturmacası var". Weo'ya döndü, "Ambulans bina önüne gelir şimdi, ama çok kan kaybettin" dedi, "Hastaneye kadar idare edebilecek misin?"

"Tabi yav" diye sallandı Weo, "O bi başım döndü de, sorun değ.." Dengesini kaybetti, Smith kolundan yakaladı onu. "Heh" dedi, doğrulmaya çalıştı, "Neyse işte" dedi, "Bu asansör de ne yavaş yav.."

Ve görüntü gitti. Derinden Smith'i duydu "William, aç gözünü. Wallace.." Sonra ses de gitti.

WW - chapter X

PSYCHOPATHIC DRAMA - PART I

Weo, Morpheus ve Trinity Zion'un ana kapısının önündeydiler. Hava kararmıştı. Londra'ya gidiyorlardı. Önceki günkü toplantıda Weo bu operasyon fikrini ortaya atmıştı: Smith'e suikast. Zionluların karşı çıkmasına rağmen Weo'nun ısrarı planı kabul ettirmişti. Morpheus ve Trinity de bu görevde Weo'nun yanında yer alacaklarını belirtmişlerdi.
Suikast fikrini tabiki ikizler vermişti. Zion'da bulundukları bu 3 gün boyunca yalnız kaldığında gelip ona fikir veriyorlardı, 3lü Smith suikastını planlamaya çalışıyordu. Weo'yla Trinity'nin Morpheus'u kurtarma operasyonundan sonra Smith koruma gücünü mutlaka artırmış olmalıydı, saraya bir baskın daha yapmak akıllıca olmazdı. Gerçi Weo saraya tekrar saldırmakta herhangi bir sorun görmüyordu, ama ikizler görüyordu, en kısa tabiriyle.
Morpheus Locke'la bir şey konuşacağını söyleyip girdi içeri. Trinity de silahlarını almak için cephaneye yollandı. Yalnız kalmıştı Weo. Sessizce güneşin batışını izlemek istedi, ama biliyordu ki ikizler şimdi bitivereceklerdi. Öyle de oldu. Önünde belirip hızla katılaştılar. "Naber" dedi öteki.
"Şu Smith'in yemek planı var ya" dedi teki, "O yemeğe davetli gibi katılmayı deneyebilirsiniz. En rahat böyle ulaşabileceğiz herhalde."
"Tanınmayız mı diyorsun?" dedi Weo, "Hmm, Morphy ile Tri'yi bilmem de ben kesin tanınırım"
"Sen başta karışma zaten" dedi teki, "İkisi bir yere kadar götürür, krala yaklaşabildiğiniz yerde sen de girersin"
"Hmm, eeaa.."
"Direk dalmayı düşünüyorsan Weo" dedi öteki, "Erkenden olay çıkartmak ancak Smith'i kaçırmanı sağlar"
"Weo?" diye seslendi kapının ardından Trinity. Geliyordu. "Damn!" dedi öteki.
"Shit!" dedi teki ve buharlaşıp gittiler. Aynı anda Trinity kapıdan çıktı. "Kimle konuşuyordun bu saatte burada?" dedi şaşkınlıkla.
"Eea, kendi kendime konuşuyordum" dedi Weo "Bilirsin işte, Londra'ya gideceğiz ne yapacağız gibi işte yu nov höh.. sesli düşünme şeysi.."
"Sen bu aralar kendi kendine çok konuşuyorsun" dedi Trinity yolun aşağısında bekleyen arabaya doğru giderken. "Evet, kendi kendime konuşuyorum baya" diye mırıldandı Weo. Bu ikizleri fazla saklı tutamayacaktı, emindi. Ama Tri ve Morphy güvenilir kişilerdi, ikizleri bilmeleri sorun olmazdı aslında. Gerçekten öyle miydiler? İkizler ne kadar ciddiydiler bu gizlilik konusunda?
Morphydir ikizdir tekidir öbürüdür sallasa tek başına gidip şu Smith'i temizlese? En kısa yoldu elbette, ama Morphy'nin ve herkesin endişesini anlamalıydı, çünkü düşmanı Smith'ti, ve hafife alınmaması gerekiyordu. Weo bu kadar düşünür müydü? Whatever.

Yol boyunca bu şeyler Weo'nun kafasını kurcalayıp durdu. Zamanın nasıl geçtiğini anlayamadan Londra'ya gelmişlerdi. Smith'in katılacağı o davete birkaç gün vardı, ve bu sürede ekip suikast planlarını yapmalıydı. Bir otel bulup odalarına çekildiler. Weo'nun uykusu tabi ki tutmadı. Odasından çıktı, koridorda gezinmeye başladı. Koltuğun birine oturdu, geriye yaslandı. Rahatladı, sessizce oturdu öylece.
Çatırt.
"Shit!" diye fırladı yerinden Weo, ve siyahlar içindeki ninjayla göz göze geldi. Assassin kılıcını kaldırmıştı, Weo'ya indiriyordu, ki, evet indirmeden, evet Weo hayatta sakin olun, ikizlerin teki rüzgar edasıyla ninjanın ardında belirdi. Ninja sessizce yere yıkılırken teki jiletini aynı hızla çekti ve döndü, koridora bakındı, "Geliyorlar adamım" dedi. Weo ışın kılıcını çekti ve çalıştırdı. Turuncu ışın upuzun fırladı.
Tavandan öteki indi buhar edasıyla, jileti elindeydi. Üçlü sürü gibi gelen ninjaları kesip biçmeye koyuldu. Ondan ona matrix hızıyla(!) atladığı sırada Morphy ve Tri aklına geldi Weo'nun. "Höt!" dedi ve koridorda koşturmaya başladı. Morphy'nin odasının kapısı açıktı. Sesler geliyordu içeriden. Weo içeri daldı, Morphy ve Tri köşeye sıkışmış, ninjaları savurmaya çalışıyorlardı. Zor durumdaydılar. Weo yaklaştı, ışın kılıcıyla bir savuruşta hepsini aşağı aldı.
"Tam zamanında, Weo" diye rahat bir nefes aldı Morphy "Ölüyorduk" Kapıya gitti, dikkatle dışarı baktı "Daha gelen var mı?"
"Bilmiyorum, şeyler halletmiştir" dedi Weo. Şimdi sorsak neden ikizlerden bahsetmeye karar verdiğini söyleyemez.
"Şeyler?"
"İkizler, Morphy. Zion'dan beri bizimleler. Onlar da bu işin içinde, ama kimseye onlardan bahsetmemeliyiz."
"İkizler?"
"İkizler işte, albino tipli, kıyafetleri bile beyaz, güneş gözlüklü, Smith ve benim gibi matrix yetenekleri(!) var. Ajan gibiler"
"Ajanlar? Onlar ajan mı? Ne demek bu işin içindeler?"
"Ajan değiller, Morphy bizimleler dedim ya. Zion için gizli çalışıyorlar, casus adamlar."
"Matrix yeteneği mi?" dedi Morphy, afallamış duruyordu. "Weo, bu imkansız, nasıl olur? Burada pis bir şeyler olmalı, Zion'un gizli çalışmaları yok ki, ne casusu?"
"Morpheus, demek var da sen bilmiyorsun" dedi Weo, sanki birazcık çıkışırcasına, "Bu iş seni beni aşıyor, adamlar matrix diyorum"
"Nasıl olabilir? Sen O'sun, nereden başka matrix adamlar çıkartıyorsun?"
"'o' falan masal, Morphy" dedi Weo. "Ben 'o' değilim. Biz de bir parçayız ha, heh. Benim de beklentim tam böyle değildi de.."
"Weo" dedi Morphy soğuk biçimde. "İkizler bizimle diyorsun. Şu ninjaları üstümüze kim saldı sanıyorsun?"
"Eea, benim de aklıma geldi aslında" dedi, Weo, "ama hayatımı kurtaran ikizler oldu. Onlar olmasaydı koridorda ölmüştüm."
"Weo nasıl anlatmazsın bize" diye gezindi Morphy, "Nerde o zaman bu ikizler, konuşmam lazım onlarla."
"Adamlar size görünmüyorlar bile, konuşabileceğini sanmıyorum" dedi Weo. Morphy durdu, "Koridordaydım dedin, hayatımı kurtardılar dedin değil mi?" dedi.
"Eea, evet" dedi Weo. Morphy Tri'yi gelmesini işaret etti ve ikisi odadan çıktılar. Weo "Höh nereye gidiyorsunuz?" dedi ama cevap gelmedi. Onları salladı ve koltuğa oturmak üzere yönlendi ki, beyaz bir siluet onu geriye ittirdi. Weo sarsılarak geriledi, "Bunu bana yapan son adamın başına ne geldi biliyor musun?" dedi. Teki sinirli gözüküyordu, "Morphy'e anlattın bizi, iyi. Mutlu oldun mu şimdi?"
Öteki onun arkasında belirdi, "Sana güvendik Weo, damit."
"Hey, ben de size güvenmediğim için anlattım zaten" diye tepki gösterdi Weo, "Sizi bilseler iyi olur diye düşündüm, hepimiz için."
"Sen bize güvenmiyor musun! İki dakika önce hayatını kurtardık!"
"Sizi doğru düzgün tanımıyorum bile, tamam mı? Pişman oldum zaten, Morphy'e en başından bunu sormalıydım" bağırarak azarlıyordu kendini "Kafamdan geçenleri Morphy'e söyledim, ve you know what? Onları ben de beğenmedim!".
"Senin hayatını kurtardık!" dedi teki ve Weo'yu yine itti. "Hah" dedi Weo ve ok gibi herife uçtu. Teki kenara vjjjtlarken öteki Weo'yu havada tuttu. Bir dirsek, Weo yuvarlanarak odadan çıktı. İkizler de peşinden geldi, Weo yerinden fırlayıp ikisiyle kapışmaya başladı. Bol aksiyon içinde dövüşe kakışa koridorda ilerlediler. Weo dövüşüyordu ama ikisini birden altetmek zordu. Bir boşluk anında teki sağlamından bir tane geçirdi. Weo yere yıkıldı, üstü başı kan olmuştu, gözleri yavaşça kapandı,.... ve gözlerini açtı.
Morphy'nin odasında yatıyordu, karşısında Morphy ve Trinity vardı. Bakışları baya garipti. Morphy üzgünümsü bir havadaydı, Trinity de hayatında ilk defa Weo görmüş gibi duruyordu. Doğrulmaya çalıştı, "Noldu, neredeler?"
"Rahatla, Weo" dedi Trinity, "Her şey yoluna girecek, biz yanındayız".
"Hö?" dedi Weo, "Ne diyorsunuz, ne oldu?"
"Weo" dedi Morphy, sesi donuktu, "Sana bir şey göstereceğiz. Şimdi sakin olmanı istiyorum. Unutma, biz yanındayız"
Televizyonu açtı. "Bu" dedi, "otelin güvenlik kamerası kayıtları. İşte burası, ninjaların sana saldırdığı yer".
Weo kaydı izlemeye koyuldu: Koridordaki koltuğa oturmuş, arkasını yaslanmış duruyordu. Ve kareye bir ninja girdi. Yavaş adımlarla arkadan Weo'ya yaklaşıyordu. Kılıcını kaldırdı, tam indirecekken Weo kıpırdandı, yerinden fırladı, kılıcı tutup ninjanın sırtına geçirdi. Işın kılıcını çekip çalıştırdı, bu sırada kareye başka ninjalar girdi. Weo matrix hızıyla ninjaları kesmeye başladı.
Tek başınaydı.

Weo "Hö?" dedi. Morphy derin bir nefes aldı, "Bu da," dedi, başka bir kaset taktı, "Senin bayılmandan önceki kayıt".
Kayıtta Morphy'nin odası görülüyordu. Kapısı açıktı. Birden odadan dışarı Weo yuvarlanarak çıktı. Ayağa kalktı, ve histerik biçimde kendini oradan oraya atmaya başladı. Havaya tekmeler savuruyor, kendine yumruklar geçiriyordu. Kendini döverek, sağa sola atarak kareden çıktı.
Weo öylece bakıyordu. Bu da neydi böyle? Morphy derin bir nefes aldı, ve televizyonu kapattı. "Weo, üzgünüm" dedi "İkizler diye bir şey yok. Zannediyorum yalnızca hayalgücünün ürünleri, o kadar."

Weo donmuştu. Bir şey diyemedi, ne yapacağını bilemedi, ayağa kalktı. Tri de fırladı, "Weo, sakin ol" dedi, "Merak etme, iyi olacaksın, biz yanındayız, sakin.."
Weo geriledi. Başı dönüyordu, görüntüler bulandı, hayal gerçek birbirine karıştı. Tri'nin "Weo iyi misin?" dediğini duyar gibiydi, ama gözünün önünde suretler birbirine girmiş dolanıyordu, Zion, teki, öteki, Morpheus, Smith... ve o yere kapaklanırken, karanlık gelip hepsini yuttu.

To be continued...

Tuesday, July 14, 2009

WW - chapter IX

THE BATTLE OF ZION

Morphy kale dışına açılan avluda öylece oturuyordu. Etrafını gözlüyordu, koşuşturan insanları, gözlerindeki korkuyu.. Savaş hazırlıkları hızla sürüyordu, komutan eli silah tutan her erkeğin alınmasını emretmişti. Küçük çocuklar, miğferi kafasına büyük geldiği için yüzü görünmeyeninden, "Düşman geldi mi?" diye ortalıkta koşturanına kadar. Yaşlılar, gençler, whatever...

Trinity çıktı içeriden, hızlı adımlarla avluya girdi. Etrafına bakındı, hali direk "pissed off"tu. Öfkeli gözleri Morphy'e döndü, "Şunlara bak" dedi, "Gözlerinde korkuyu görebiliyorsun".
Bunu diyerek Trinity, bir anda kalabalığın dikkatini çekmiş oldu. Morphy ayağa kalktı. Trinity'nin bahsettiği korkuyu o da görüyordu elbette, ama avlu baya kalabalıktı ve çıkacak olası bir kavgada Trinity'nin yanında olması pek mantıklı olmazdı.
"Ülkelerini koruyorlar" dedi Morphy, "Bu yeterli değil mi?"
"Üçyüze karşı onbin, Morpheus" dedi Trinity, "Bu savaşı kazanamazlar. Hepsi ölecek"
"O zaman ben de onlarla ölürüm!" diye çıkıştı Morphy. İçindense Weo'nun bir yolunu bulup onları kurtarması için dua ediyordu. Trinity sessizce dönüp uzaklaşırken o da çıktı avludan, kale kapısının önüne geldi. Etrafına baktı şöyle, işler kötü giderse kaçabileceği bir yol düşünmeye çalıştı. Arkadaki mağaralar, hmm, görülürdü kesin, kaledeki motorsikletler, hmm, hızla ön kapıdan düşmanı yararak çıkabilirmiydi ki? O motorlar kaç beygirdi acaba?
Bir çocuk gözüne ilişti. Kendi kadar bir kılıçla öylece duruyordu ayakta, bakınıyordu etrafına. İlgisini çekti. "Ver la şu kılıcı" dedi.
Çocuk kılıcı verirken masumane "Söylediklerine göre hiç umut yokmuş" dedi, "Ölecekmişiz. Bi de dediklerine göre "işimiz iş" miş".
"Lan Weo.." diye içinden geçirdi Morphy. Kılıcı 3 5 sallarken "Evet" dedi, "Eeea, öleceğiz gibi evet." Tarttı kılıcı şöyle bir, "That's good sword" dedi. Kavradı çocuğu, "There's always hope" dedi.

Şak, şuk, vjjt, jujt, arkada yüreklendirici müzik, Morphy zırhıyla silahlarını kuşandı. Tam eli silah deposuna giderken Trinity'i farketti, yanında. Elinde keleşi, hazırdı Trinity. "Hangisini istersin patron?" dedi gülümseyerek. "Sana M4A1 Carbine önerebilir miyim?"
"Ee, heh," diyebildi Morphy, Trinity'nin dönüşüne sevinmişti, en azından yalnız kalmayacaktı "Ben şu büyük demir makasını alacağım galiba" dedi.
Trinity koca bir makası aldı deponun arkasından, tartarak "İyi, ağırmış" diyerek verdi Morphy'ye "Yeni bir fantazi ha Morphy?"
"Ağırlığa güveneceğim" dedi Morphy, "Seninki de iyiymiş, keleş, hadi bakalım". Durdu bir an, wait a minute, döndü Trinity'e, "Bir saniye, sen şimdi", duraksadı, "Ne oldu da fikrin değişti bize döndün birden" dedi.
"Heh" dedi Trinity ve Morphy hepsinin nasıl da yavaşça Weo'ya benzediklerini farketti. Düşündü, Weo'nun üzerinde olan etkisi iyi miydi, kötü müydü karar veremedi; sonuçta, Weo iyi adamdı, ama deli ve manyaktı.
Trinity konuşunca sıyrılıverdi bu düşüncelerden "İç kalede eski depolarda sağlam motorsikletler var, ikimiz için de ayarladım sayılır. Dağdan giden şu eski yola da baktım hafiften, müsait gözüküyor. İşler yolunda gitmezse.."
"Adamımsın" dedi Morphy.

Gece olmuştu. Uzakta görünen ışıklar, ingiliz ordusu. Marşlarının gümbürtüsü duyuluyordu derinden. Morphy Trinity'le duruyordu, kalenin yanındaki uzun duvarda, diğer askerlerle. Elinde demir makası, hazır bekliyordu. Trinity şarjörlerini kontrol etti, duruşu da rambomsu idi. Şimşekler çaktı, yağmur hafiften başladı, gittikçe hızlandı. Damlaların zırhlara çarpmasıyla güzel tınlamalar çıktı.

İngiliz ordusu kaleye iyice yaklaşmıştı şimdi, ağır zırhları, mızrakları belli oluyordu. Ordunun içinden arızalı bir tanesi bir kayaya çıktı, böğürerek onlara marş emrini verdi. Ne yaratıklar ama..

Kayanın üstündeki arıza farklı bir tonda böğürünce ingilizler durdu. Bir süre ortalıkta sadece yağmurun sesi duyuldu. Arıza bir daha böğürdü, ingilizler mızraklarını yere vurmaya başladılar, güm, güm, güm. Bayram gibiydiler.

Zion tarafında yaylar gerildi, silahlar doğrultuldu. Morphy "Bekle!" diye bağırdı. Aslında ortamda bir havası yoktu, ama demir makası ona otorite kazandırmıştı adeta, insanlar sözünü dinliyordu.

Kale tarafından müthiş bir gürültü geldi. Tüm gözler elinde AWP'si (bkz. 4-6) olan adama döndü. İngiliz ordusunun ön safından bir adam yere yıkıldı. Düşman askerleri bağırmaya, "Artık dalalım" tarzında sesler çıkarmaya başladılar.

Arıza kılıcını ileri doğrultarak böğürdü. İngilizler Zion'a doğru koşmaya başladılar. Kalenin tepesinde muhafızlarıyla duran Locke kaliteli bir tonda "So it begins.." dedi. Morphy de "Hazır!" diye bağırdı. İngilizler geliyordu. "Ateş!" diye bağırdı Morphy ve düşman ordusuna ok, mermi etc. yağdı. Trinity de keleşiyle dikkatli atışlar yapmaktaydı. Kale tarafında Locke da emir verdi, tek gözlü bir adam "Ateş!" diye bağırdı ve düşman ordusuna yine ok, mermi etc. yağdı. Patır patır düşüyordu ingilizler, ama kale dibine ulaştılar. Bunu izleyen saniyelerde sayısız merdiven dayandı duvara. İngilizler hızla tırmanmaya başladılar. Morphy "Kılıçlar!" diye bağırdı. Askerler melee combat moduna geçtiler. Morphy de demir makasını kavradı, ve önündeki merdivenden gelen ilk ingilize geçirdi. Bahtsız ingiliz uçtu ve yandaki merdivene çarptı. Merdiven sallandı, üstündekilerle beraber yıkıldı, bu sırada iki başka merdivene daha çarptı, onlar da devrildi, düşen askerler aşağıdaki askerleri ezdiler, onların mızraklarına saplandılar, onların ezilmesine sebep oldular, kendileri ezildiler, vesaire.

Morphy döndü, yandaki sağlam bir ingilizi farketti: Adam sura girmiş unleash hell yapıyordu adeta. Morphy hemen fırladı, yerden kayarak adamın altına girdi. Herif ne olduğunu anlamadan makası geçirdi gövdesine.
"Hah" diye kalktı ayağa, "Şimdiden 2 oldu!"
"Ben 17'deyim" dedi Trinity. Tarıyordu sağa sola, "19!"
Morphy makasına baktı, "Ben seni biliyorum adamım, asla otomatik bir uzun namluludan geri değilsin" dedi ve atladı düşman arasına.

İngilizler surdaki defansı aşamamışlardı ama şimdiden baya harcanmışlardı. Zion savunması işini yapıyor gibiydi. Locke baktı savaşa, "Bütün yapabildiğin bu mu, Smith?" dedi "Hah! Gelin beyler aşağı inelim. Kahve isteyen?"
O anda duvardaki su yolunun dibine koca "şeyler" yerleştirildi. Morphy gördü bunu; ingilizler "şeyler"i yerleştirip kenara çekildiler. Aralarından biri elinde meşale koşmaya başladı. Bir şeylerin havaya uçacağı kesindi. "Trinity!" diye bağırdı, "İndir şunu"
Trinity nişan aldı, ve ateş etti. Yaratık vuruldu ama devam etti koşmaya, duvar dibine metreler kalmıştı..
"Öldür onu, vur!" diye delirdi Morphy. Trinity tetiğe asıldı, takır takır takır ingiliz mermileri yedi, ama son enerjisini o minik, Zion'un zayıf noktası olan yere atlamak için kullandı, ve meşaleyle beraber, içeri girdi.

Meşalenin oraya girmesiyle beraber ne olduğu hakkında kimsenin bir fikri yok(tu); çünkü sur üstündeki herkes aniden şoka girdi, kale tarafındakiler de o sırada kahveye inmişlerdi. Tabi müthiş gürültüyle geri döndüler, ve duvarda açılan koca yarığı görerek bir patlama olduğunu anladılar. İngiliz kaynaklarının Zion'dan hiç bahsetmediği düşünülecek olursa, denebilir ki aslında kimse o anı tam manasıyla bilmez. Ne gizem ama...

Morphy zorlukla doğruldu. Üstü başı toz toprak rezil rüsva olmuştu. Makası gitmişti. Etrafına bakındı. Heryer de toz toprak... olmuştu. Neredeydi ki? Az önce surda parti yapıyordu ve şimdi, hmm, çevresi berraklaştı biraz, yerdeydi. Duvarın yıkıntıları dört bir yana dağılmıştı. Etraf ceset ve yaralılarla doluydu. İngilizler geliyordu.
Höh, ingilizler cidden geliyordu. Yarıktan içeri girmişlerdi, ve sürüyle ingiliz oracıkta yalnız başına duran Morphy'e sadece birkaç metre mesafedeydi. Şimdi makası olacaktı orada var ya...
"Morpheus!" diye bağırdı Trinity duvarın üstünden. Atladı ve ingilizlerin üstüne çullandı. Keleşiyle dipçik darbeleri savurdu, ama onca düşmanı karşılayamadı ve yere düştü. Morphy dehşet içinde kalmıştı, "Trinity..." diyebildi.
O sırada arkasındaki zionluları farketti. "Ateş!" dedi ve ingilizlere ok, mermi etc. yağdı. Morphy fırladı, yerde bir kılıç bularak düşmanın arasına daldı, Trinity'i oradan çekip kurtardı.
"Kaleye, kaleye!" çağrılarıyla Zion'a girdiler. Bu sırada ingilizler ön kapıya da dayanmışlardı, koçbaşla kapıyı zorluyorlardı. Kırdılar da. Kayıplar vermeye devam ederek, güç bela iç kaleye sığındı Zionlular.

"This is it" di durum. Son sağlam kapı da vuruluyordu güm, güm. Locke, Morphy, Trinity, öylece duruyorlardı. Güm, güm. Kadın, çoluk, çocuk, yaşlı, hemen arkadaki sığınaktaydılar. Bu darbeden sonra da sıra onlara gelecekti. Ve yapacak bir şey yoktu.
Trinity Morphy'e yaklaştı, "Biz yavaştan bi depoya insek hemen Morpheus, anlarsın ya" dedi. Locke hemen döndü, "Hop! O motorlar benim ona göre" dedi. "Hadi oradan ayarladım ben!" dedi Trinity, "Sen komutanısın buranın, otur oturduğun yerde."
Morphy bu ikisinin tartışmasından sıyrıldı, .."Hayır, madem öyle siz de bir yere gitmiyorsunuz, burada ölün", pencereye gözü ilişti, ..."biz buraya zaten fazladan geldik, işimiz gücümüz var dışarıda.." günün ilk ışıklarını gördü, ..."Bura bittikten sonra ne işin kalır bir kere!"...
"Güneş doğuyor.." dedi ağır bir tonda. Locke ve Trinity durdular ve Morphy'e döndüler. Morphy güneşin doğuşunu izlemeyi sürdürdü, aklına Weo geldi, "Weo.." diye fısıldadı.
Locke'a döndü. "Bir şey yapmalıyız!" dedi. Birden ateşlenmişti. Komutanın muhafızını yakaladı, "Çabuk" dedi, "Kadın ve çocukları çıkartalım buradan, hadi!" Locke'a baktı, "Mağaralardan yol var değil mi? Hemen oraya götürelim, hadi ne duruyorsunuz"
Locke umutsuz bir sesle konuştu, "Böyle bir nefrete karşı ne yapılabilir ki.." dedi. Morphy durdu, yaklaştı, bir an sessizlik oldu, ve Morphy "Ride out with me" dedi.
"Ride out and meet them".
Locke geriledi, "Eeaa...hmm.. Pek de iyi bir fikir... eea değil.. ben şu depoya doğru bi... şey"
Morphy tuttu onu "Hadi, bırak saçmalama" dedi "Çıkar şu damn motorları!"
"Tamam lan tamam!" dedi Locke "Tamam lanet olsun.."

Ve kapı iyice hasar görmüş, tek darbelik işi kalmışken, karşısında motorsikletlerde Zion askerleri hazırdı. Locke tekerlekleri patinajle ısıtıyor, "Zion borusu son bir kez çalsın!" diyordu. Morphy yeni bir demir makası almış, bir elinde makas, bir elinde direksiyon, bağırtıyordu zangırtısını..

Ve Zion borusu öttü. Uzunca, kalenin her bir taşını titreterek. Kapı kırıldı, ingilizler içeri attılar kendilerini. Locke "Zionlular, ileri!" diye haykırdı. Motorlar düşmanın üzerine sürüldü.
Düşmanı yararak ilerlediler, ezerek, vurarak.. Morphy makasını savurarak beş-on adam götürüyordu bir seferde. Trinity motorunun üstünde ayağa kalkmış, keleşiyle tarıyordu. Avluya hızla çıktılar, gündoğumunu karşıladı motorlar (kafiyeye dikkat), ön kapıdan geçerek o dar köprüde ilerlediler. İngilizler etrafa savruluyorlardı, motorlar hızlarını alarak dışarıdaki kalabalığın içine daldılar.
Ölümüne saldırıyorlardı. To the death durumu meydandaydı. Makasını sağa sola sallarken Morphy birden onu farketti.
Güneşin doğduğu tarafta, tepenin üstünde Weo duruyordu. "Weo..." diye fısıldadı Morphy, dehşet içinde.
Weo "Zion'un kumandanı stands alone" dedi. Yanında Sparta kralı Leonidas belirdi. Adam sağlamdı. "Not alone" dedi. Arkasında 300 crimson kıyafetiyle spartalı belirdi. Mızrakları ve kalkanlarıyla. Weo ışın kılıcını çıkartıp çalıştırdı. Eflatun uzun bir ışın fırladı.
"Spartans! Push!" diye bağırdı Leonidas ve 300 + Weo tepeden aşağı ingilizlere doğru koşmaya başladı. İngilizler bir savunma hattı kurmaya çalıştılar ama passive açıdan ezilip geçildiler.
Katliam dönüyordu şimdi ortada. 300+Weo ingilizleri kesip biçiyordu. Leonidas "No prisoners!" diye böğürdü. 300 uluyarak"Auuuu!" karşılık verdi.
"No mercy!" diye böğürdü Weo. 300 uluyarak karşılık verdi. Weo da havaya girmişti.
Zafer kazanılmıştı. İngilizler arkalarına bakmadan kaçarken 300+Weo ve Zionlular buluştu. İngilizlerin arkasından bakarlarken (ki onlar arkalarına bakmıyorlardı) Morphy'nin ağzından şunlar döküldü "Zion muharebesi bitti. Britanya muharebesi başlamak üzere.."
Locke Leonidas'la el sıkışırken "Spartalılar Zion'un en önemli konuklarıdır" dedi, "Kalemize buyrun, size konukseverliğimizi gösterelim."
"Ve siz.." diye döndü üçlüye, "Biraz dinlenmeyi hakettik hepimiz, öyle değil mi? Come on.."
Kaleye doğru gittiler. Weo geride kaldı, "Siz gidin geliyorum ben" dedi. Döndü, savaş alanına baktı. Cesetler, silahlar, zırhlar. Bir ölünün hiç zarar görmemiş kalkanına ilişti gözü. O kalkanın yapımı için ne emek harcanmıştı belki, şimdi geride bırakılmıştı, harcanmıştı, hiç işe yaramadan. Büyük zarar çıkardı hesap yapılsa, hmm, işe yarayacak eşyalar toplansa, bu ölüler yağma edilse, iyi eşya kurtarılırdı baya. Hmm..
"İyi savaş" dedi bir ses ve Weo dönmesiyle ikizleri karşısında buldu. Duruyorlardı işte karşısında. Geriye çekildi hızla, eli lazer kılıcına gitti.
"Sakin ol adamım" dedi teki, "Biz düşmanın değiliz".
"Höh" dedi Weo.
"Fransızın yanında casus olarak duruyorduk" dedi öteki "Aslında senin yanındayız"
"Restoranda sen olay çıkartınca," dedi teki "Biz orada seni korumaya çalıştık ama sen hızla geçip gittin."
"Öea" dedi Weo, "Size güvenmem için herhangi bir sebep yok biliyorsunuz değil mi?"
Teki jiletini çıkartıp gösterdi, üstü kanlıydı "Bak, Weo, ingiliz kanı. İngiliz kanını tanırsın değil mi? Bu samimi olduğumuza yetmez mi?"
"Hmm" dedi Weo. Aslında restoranda da ikizleri kendine yakın hissetmişti, şimdi de içinden bir güven duyuyordu, istemeden gelen bir güvendi.
"Şey, pekala" dedi, "Öyle diyorsanız, tabiki dostumsunuzdur. Gelin o zaman, Zion'a, eğlenceye katılın siz de haydi"
"Yok, sağol" dedi öteki "Dediğimiz gibi casusuz biz. Sana yardımımız her zaman olacaktır, ama diğer insanların bizi görmesi pek hoş olmaz. Seninle olduğumuzun Fransızın kulağına gitmesini istemeyiz değil mi?"
"Pekala" dedi Weo. "Fransızın yanında ne yapıyorsunuz ki?"
"Senin de tahmin ettiğin gibi.." dedi teki, "Fransızla Smith'in birleşmesine engel oluyoruz. Morpheus'un da en çok önem verdiği şeylerden biri bu, değil mi?"
"Morph.." kaldı Weo. İkizler Morphy i de biliyorlardı demek. "Eea.. evet" diye mırıldandı. Adamlar belki de kendisinden daha çok bu işin içindeydi.
"O zaman ben gideyim artık.. eea görüşürüz" dedi kibarca. Döndü, yürümeye başladı "Görüşeceğiz" dedi öteki ve Weo dönüp bakarken adeta buharlaşarak uçup gittiler. Bir çeşit form değiştirme yetenekleri olduğunu düşündü Weo, bu adamların Matrix'ten anladıkları kesindi, gözlükler de Smith'i hatırlatan bir şeydi. Smith mi hmm, bu devirde böyle bir şeyden mutlaka şüphe etmesi gerekirdi, biliyordu, ama bu adamlara karşı nedense bir güven duymuştu işte. Kendisine yakındılar, uçup gitmeleri, böyle yetenekli olmaları, onun gibiydiler ikizler de. Kendisine yakın hissetmişti. İlginç, hmm, höh.

WW - chapter VIII

A STORM IS STILL COMING

"Açın kapıları!" diye seslendi kumandan ve Zion'un dev kapıları gürültüyle sarsıldı. Kapaklar demir menteşeler etrafında yavaşça dönerken üç atlı girdi içeri. İç kalede Zion'un komutanı Locke karşıladı gelenleri.

"İşiniz iş" dedi Weo.
Morphy ona sert bir bakış attı. "Efendim" dedi, "Smith Zion'a saldıracak. Tehlikedeyiz."
"Aslında" diye araya girdi Weo, "Ordusu yola çıktı bile. En az on bin ingiliz askeri." Morphy'nin delici bakışlarını sallamayarak sırıttı, "Yani işiniz iş."
Morphy onu kenara itti, "Hemen savunmayı hazırlamalıyız. Duvarlar bizi korumaya yetmeyecek."
Locke döndü, "Ne yapabiliriz ki?" dedi, "Savaşabilecek üçyüz küsur adamım var o kadar. Onbinden bahsediyoruz.". Yürüdü, gözleri kalenin, insanların üstünde gezindi, "Eğer sonumuz bu olacaksa, en azından..."
Weo güldü. Bu baya sesli olmuştu. Tüm bakışlar ona döndü. Ama o yine sallamadı "Üçyüze onbin..hmm...hömm.....hepiniz öleceksiniz, heh"
"Peki efendi!" diye çıkıştı Locke, "Bu konuda ne önerirsin o zaman!"
"Yardım çağıralım!" diye (karşılık) çıkıştı Weo. Birden ciddileşmişti, garip bir şekilde. Gözleri alevlenmişti.
"Kim gelir dersin peki?"
"Fransızları çağıralım. Smith'e karşı cevap vereceklerdir. Londra'da bir adam duymuştum, Merovingi gibi bir şey.."
"Höh, Fransız." dedi Morpheus, "Umut bağlanacak son adam odur herhalde"
"Şansımızı denemeliyiz" dedi Weo, "Ben hemen giderim"
"Yalnız gitme" dedi Morphy "Seninle geleyim"
"Hayır" dedi Weo, "Siz burada kalın ve Zion'u koruyun. Çevre toprak sahiplerine haber verin. Silah tutan her adama ihtiyacımız var!"

Uçtu ve gitti. Herkes şaşkındı. Locke Morphy'e yaklaştı, "William'dı değil mi?" dedi, "Adamın bu garip hallerinden hiç bahsetmemiştin Morpheus?"
Morpheus kulağına eğildi, "Vaktinde işkence görmüştü de.."
"Soba?"
Morpheus başıyla onayladı.
"Balkon?"
"Hepsi, hepsi" dedi Morphy, "Locke, vakit yok. Savaşa hazırlanalım."
"Tabi ki" dedi Locke, "Hazırlanalım. Gelsin bakalım şu ingilizler!"

-Merovingian'ın restoranı, Londra-

Weo uzun masanın bir tarafında yalnız oturuyordu. Karşısında Fransız, karısı, bazı adamlar ve güneş gözlükleriyle, beyaz saç, ten ve kıyafetleriyle ikizler vardı. Hepsi de bakışlarını Weo'nun üstün dikmişlerdi. Weo da ağzında kürdan çeviriyordu. "Bak Fransız" dedi, "İngiliz ordusu, iyi bir fırsat, hem senin hem de bizim için."
"Hayır." dedi Fransız. Weo "Come on, adamım" dedi, "Krallığın çöküşünü görmek istemez misin, ha?. Sonuçta, bana Londra'da yemek yapmak için durduğunu söyleme şimdi, hadi ordan."
"Krallğın çöküşüymüş," dedi Fransız, "Bak, William. Bir iskoç bana ne önerecek, İngilizlerle savaşmam karşılığında? Ne kazanacağım? Sonuçta, kralla aramda sorun yok, ve işlerimi de yürütüyorum."
"Lafımı taklit ettin" dedi Weo.
"Etki-tepki.." dedi Fransız.
"Bak Fransız, kazancının ne olacağını söyleyeyim." dedi Weo, "İstersen İngiltere kralı bile olabilirsin. Sonuçta, benim İngilterede gözüm yok. Ben İskoçya için savaşıyorum. Zimiti yenersek her şey bizim olur."
"Bak, İskoç." dedi Fransız, "Smith'i yenmekten çok kolay bir şeymiş gibi bahsediyorsun. Sonuçta, onlar ingiliz ordusu ve sizler bir grup iskoçsunuz, başka bir şey değil."
"Bak, Fransız. Yine taklit ettin lafımı, sonuçta canımı sıktın." dedi Weo.
"Bak, İskoç. Çünkü benim canım sıkıldı. Sonuçta hayaller dinlemekten hoşlanmam."
"Höh" dedi Weo kürdanı atarak. "Hey, bari şu ikisini ver" İkizler kaşlarını çatarak homurdandı.
"Defol git" dedi Fransız ve ayağa kalktı "Vakit harcadık burda. Korumalar, çıkışı gösterin şu iskoç bozuntusuna."
"Höö" dedi Weo, sigorta atmıştı. "İşte orda yanlış yaptın." Yerinden fırladı ve Fransızın üstüne atladı. Adamı tutup gelen korumaların üstüne fırlattı. "Ben Weo'yum, fransız bozuntusu, haha!" dedi ve ışın kılıcını (çalıştırıp) çekti. Mavi bir ışın kavisli bir şekilde fırladı (bkz. scimitar).

Fransız panikle ayağa kalktı, "Deli bu herif!" diye bağırdı, "Öldürün, naparsanız yapın kurtulun şundan."Koşarak ilerideki bir kapıdan içeri girdi.
"Bir yere gitmiyorsun!" dedi Weo ve üstüne gelen adamları hızla savurarak kapıya koştu. İkizler de peşine düşmüştü ama Weo onları sallamadı. Kapıdan girdi ve Fransızı gördü. Başka bir kapının başındaydı. Weo uçarcasına ona doğru koştu. Fransız ise sakin bir şekilde kapıda bekliyordu. Tam Weo ulaştığı sırada kapıyı suratına kapattı. Weo kapıdan içeri rüzgar gibi girdi.
Ve...

Bambaşka bir yerdeydi. Kumluk ve kayalıktan ibaret bir mekandı burası. Az ileride deniz kıyısı uzanıyordu. Ayrıca ortamın atmosferi bir şekilde sarımsıydı.

Bir hareket hissetti ve hızla döndü. Karşısında mızraklı bir adam vardı. Kırmızı pelerinli, yarı çıplak adam mızrağı Weo'ya doğru tutuyordu, tehditkar bir şekilde.
"O çubuğu düzgün tutsan iyi olur koçum" dedi Weo, "Senin açından tabi, heh".
Ama adam mızrağı doğrultmaya devam etti, hatta duruşu daha saldırgan bir hale gelmişti. Weo sinirlendi.
Ani bir hamleyle mızrağın ucunu yakaladı ve karşısındakini yukarı kaldırdı. Havada asılı kalan adam şaşkınlıkla bir etrafına baktı, ama korkmuş değildi "Beni öldürürsün 300ümüz gelir!" dedi. Weo "höö.." dedi ve bu sırada bir şey farketti. Adamın göğüs kasları, baklavalar.... Adam sağlamdı. Bunlar işe yarayabilirlerdi. Tabi Weo'nun nerede olduğuna dair fikri yoktu. Adamı yere indirirken "Ben düşmanınız değilim, delikanlı" dedi, "Kimsiniz siz, ve nerede bu 300'ün?"
"Spartalılarız biz" dedi adam, "Kral leonidasın askerleriyiz. Burada İranlılarla savaşıyoruz".
"Sparta mı? hömm.." dedi Weo, "Beni kralınızın yanına götür o zaman"

Adam onu spartalıların bulunduğu yere götürdü. Weo 300 adamı şöyle bir süzdü, hepsi sağlamdı. "Vay hocam, nerde çalıştınız heh.." dedi. Bu sırada kral geldi, "Evet yabancı," dedi, "Sen de kimsin? Konuşmak istemişsin"
"Ben, eaa, William" dedi Weo, "İskoçum. Adamınız savaşta olduğunuzu söyledi"
"Evet, Xerxesle savaşıyoruz"
"Ama 300 kişisiniz. Düşman kaç kişi bari?"
"Onbinlerce"
"Höö" dedi Weo, "hmm...hömm...o zaman işiniz iş heh"
"Anlaşılan Spartalıları hafife aldın iskoç dostum" dedi Leonidas, "Biz spartalı..."
"Dur dur" diye lafını kesti Weo. Kralı bir kenara çekti ve fısıltıyla konuştu "Bak koçum" dedi, "Geberip gideceksiniz, bunu ben de biliyorum sen de biliyorsun"
Leonidas konuşmak istedi ama Weo onu susturup "Onun yerine bir anlaşmaya ne dersin?" dedi, "Bizim iskoçlar da benzer bir durumda. Ne dersin, ben sizi bu beladan kurtarayım, siz de bana İskoçyada yardım edin."
"Sen nasıl kurtaracaksın bizi?"
Weo artist artist sırıttı.

3 saat sonra, karınca sürüsü gibi İran ordusu hot gatese yaklaşırken 300 spartalı savaş düzenini almış, hazır bekliyorlardı. Önlerinde Weo tek başına açıkta duruyordu. Elinde ışın kılıcı, yeşil, kırbaç gibi uzamış, cızırdıyordu. "Benden geriye kalanları siz temizleyin" dedi, "Fazla vaktimiz yok. Şu işi çabucak halledelim." Döndü Leonidasa, sırıttı, "Sparta.." dedi, "Bu iş için efsane olacaksınız biliyorsun değil mi?"
Leonidas göz kırptı. Bu arada İran savaş boruları da ötmeye başlamıştı. Weo yüzünü düşman ordusuna döndü, fırtına estirmeye hazırdı, ama aklında başka bir fırtına esiyordu: Zion'a vaktinde yetişebilecek miydi?

WW - chapterVII

A STORM IS COMING

Morpheus sandalyeye oturmuş, elleri arkadan bağlı, titriyordu. Ter boşanıyordu yüzünden. Birkaç adım ileride, Smith ortaklarıyla başbaşa vermiş bir şeyler konuşuyordu. Dönüp Morphy'e doğru gelirken elindeki şırınga gözüktü. "Siz kumandanlar işkenceye dayanıklıymışsınız" dedi alay edercesine, "Bunu sana enjekte ettiğimde uyuşmaya başlayacaksın ve vakti geldiğinde istediğimi bana kolayca vereceksin, Morpheus. Çok daha nazik değil mi?" Kahkaha attı. Morphy ise şimdi titreme nöbetine girmişti adeta. Gözlerini şırıngadan ayırmıyordu "Ben iğneye dayanamam" diye koptu, "lütfen, yapma bunu Smith, istediğini vereceğim o iğneyi uzak tut benden" Fena olmuştu resmen.

Smith afallamıştı kesinlikle, ama bir çırpıda söyleyiverdi "Zion'un zayıf noktası ne?"
"Altından geçen su yolu" dedi Morphy zar zor. "Küçük bir su geçidi. Oradan kale iskeletini sarsarsın. Orası.."

Smith güldü (gülmesine) ama dönüp ortaklarına baktı, şaşırmış haldeydiler. Morphy'e döndü, "Bu kadar kolay mı oldu yani, bitti mi şimdi, heh"
Ajanlardan biri "Yalan söylüyor olmalı" dedi. Smith hızla eğildi Morphy'e, şırıngayı hızla sallıyordu elinde "Öyle olmalısın, değil mi Morpheus? Böyle saçma bir oyunla bizi kandıracaksın demek" Şırıngayı havaya sıktı biraz. Bir miktar sıvı püskürdü.
Morphy'nin anı buydu. İyice titremeye başladı, "Doğru söylüyorum Smith, gerçekten, yapma bunu Smith dediklerim doğru!"
"Bunu anlamanın tek bir yolu var" dedi Smith, şırıngayı Morpheus'un boynuna yaklaştırıyordu... ve bu sırada Morpheus histerik bir hal almıştı. Bağırıyor, yalvarıyor, sandalyede tepiniyordu. Smith'in vicdanı sızlanmıştı......... diyebilmek asla mümkün değildi ama durdu. Şırınga Morphy'den birkaç santim ötedeydi.
Morphy tepinmeyi kesti. Smith'in durduğunu farketmişti. Birkaç saniyeliğine ortalığı sessizlik kapladı. Smith geri çekildi, "Adam ciddi" dedi, "Getirin şu Zion şemasını!"

Az sonra Smith ve ortakları şemanın başına toplanmış, (onu) inceliyorlardı. Fısıltıları duyuluyordu, "Mantıklı evet.., doğru herhalde..., denemeye değer.."
Smith döndü. Sırıtıyordu. "Pekala Morpheus" dedi, "Sana inandım. Şimdi Zion'un fethine hazırlanırken, bir yandan da seninle ne yapacağımızı düşünelim."

-O sırada, (yedek) karargahta...-

"Şu an işkence görüyor olmalı" dedi Trinity endişeyle.
"Morpheus dayanıklıdır. Kolay vermeyecektir Zion'u" dedi Tank.
"Yani zamanımız var" diye hareketlendi Weo, "Morpheus'u kurtarabiliriz"
"Nasıl kurtaracağız?" dedi Tank, "Adamı saraya götürdüler nasıl kurtarabiliriz? Ulan fiş miş olsa çekecez de..."
"Oha" diye çıkıştı Weo, "Ümidinizi yitirmeyin". Transfer mekanizması olan koltuğa doğru yürüdü "Onu kurtarmaya gidiyorum"
"Kurtaramazsın Weo!" dedi Tank "Ölüme gidiyorsun"
"Kahin bana bir şey demişti" diyerek döndü Weo. Duygusal bir andı. Duraksadı "Ne demişti yav...hmm....höö.. neyse unuttum. Ama gidiyorum. Vaktimiz varken beni engellemeye kalkma"
Tank "Peki" diyerek işe koyuldu "Umarım Zion'un zayıf noktasını öğrenmezler".
"Bunu anlamanın tek bir yolu var" dedi Weo ve birden aklına Smith geldi. Garip bir histi. İçinden "höh" dedi.
Bu sırada Trinity de koltuğa gelmişti "Ben de geliyorum"
"İyi gel" dedi Weo, "Arkamı kollayacak biri lazım"

Tank ayarlamaları bitirirken "Neye ihtiyacınız var?" diye sordu. Weo artist artist "Guns. Lots of guns" dedi.
Ve Trinity'le birlikte beyaz bir "ortam"daydılar. Onlarca raf önlerinden hızla geçti ve sonunda (raflar) durdu.

Raflar boştu.
"En büyük hayali burayı doldurmaktı" dedi Trinity ağır ağır yürürken. Üstünde birkaç şey olan rafı Weo'ya gösterdi.
Weo yaklaşıp baktı.
Birkaç tabanca, bir hafif makinalı, bir uzi, bir çakı, ciklet, alüminyum folyo ve bir "sap" vardı. Doğal olarak sap Weo'nun ilgisini çekti. Aldı. Bir kılıç sapıydı ama bıçağı yoktu.
"Bu bir ışın kılıcı Weo" dedi Trinity ve sapın üstündeki "ON" tuşuna bastı. Mavi bir ışın çıktı ve sapın üstünde yükseldi.
"Vay be" diye salladı kılıcı (kılıç vıcuu etti) Weo "Morphy böyle bir şeyi nasıl aldı ya? Hediye falan mı?"
"Korsan" dedi Trinity, "Zaten bozuk çıktı"
Bozukluğu da Weo o sırada farketmişti. Keskin mavi ışın Weo'nun kılıcı eğmesiyle adeta yana sarktı. "Hmm" diyerek sağa sola kaykılan kılıcı kapattı Weo "Olsun" dedi, "Yine de iş görür"

Kraliyet sarayını çevreleyen görkemli duvarlar, günün ilk ışıklarıyla renkleniyordu. Büyük cümle kapısının önünde, iki kraliyet muhafızı dimdik duruyordu, hareketsiz. Asil kırmızı elbiseleri soğuk esintiyle dalgalanıyor, zırhları hafiften parıldıyordu. Mızraklarını sağlamca tutuyorlardı, içerideki her an her şeye hazır yüzlerce muhafıza rağmen, bu ikisi sarayın güvenliği için bir sembol gibiydiler. İhtişamlı duruşlarıyla herhangi birini saraya yaklaşmaktan dahi vazgeçirebilirlerdi.

Az ileride şehre açılan yolun başı bulunuyordu, binalar yol boyunca sıralanmıştı. Duvarlardan birinin arkasında İKİ gölge oynaşıyordu.

Weo ile Trinity çıktılar ve kapıya doğru ilerlediler. Güneş gözlüklerini takmışlardı, çok artisttiler. Muhafızların önünde durdular.
Muhafız şüpheyle süzdü onları, "Kimsiniz?" dedi.
"Kes lan" dedi Weo ve adama bir tane geçirdi. Muhafız arkasındaki kapıyı sökerek 5 metre kadar kapıyla birlikte uçtu. Diğer muhafız donmuş kalmıştı. Onu da Trinity halletti. İçeri girdiler. Alarm verilmişti. Heryerden askerler koşarak geliyorlardı. Weo soldan gelen ilk iki askeri tabancayla yere serdi. Sonra tabancayı yere attı. Uziyi çıkartıp ileri koştu. İç kapıdan çıkmakta olan birkaç askeri vurdu. Uziyi de yere attı. Koşup bir sütunun arkasına gizlendi. Onlarca askerin ayak sesi duyuluyordu. Weo elini cebine attı. Ama silahı kalmamıştı. Dönüp yerde uziyi aramaya başlamıştı........... ki kafasına sert bir darbe yedi. Döndüğünde Trinity elinde tabanca ve uzi, öfkeyle bakıyordu.
"İsraf etme şunları, al!" diyerek attı silahları "Uzinin daha taksidi bitmedi!"
İkisi sütunun arkasından çıkıp gelen askerlere "daldılar". Bol aksiyonlu bir dakikadan sonra askerler yere serilmişlerdi.

İçeri girdiler. Üst katı temizlemeleri de pek sürmedi. Oradaki bir terasa çıktılar......... ki Weo arkasındaki ajanı farketti. Arkası dönük durdu öylece. Sonra aniden silahını çıkartıp döndü ve ajana mermi yağdırdı.
Ajan tabiki mermilerden sıyrıldı. Bu sefer o silahını çıkarttı. Weo "Oo, kapışcaz yani" dedi. Ajan bir şey demedi. Weo'ya mermi yağdırdı. Weo'da mermilerden sıyrıldı.
Durdular. Weo "Ne yapsam?" diye düşünüyordu. Mecburen bozuk ışın kılıcını çıkarttı. ON tuşuna bastı ve bu sefer yeşil renkte bir ışın fırladı. Anlaşılan kılıcın dalga boyu da arızalıydı. Weo kılıcı kaldırdı ve ajana doğru uçtu. Ajan hızla Weo'nun salladığı kılıçtan sıyrıldı ama hesaba katmadığı bir tarzda ışın sallanırken yalpaladı ve onu kesti.
Ajan yere düşerken artık ajan değil, bedenine girdiği muhafız olmuştu.
Weo Trinity'e dönerken onun işaret ettiği kraliyet helikopterini gördü. "Uçurabilir misin bunu?" diye sordu.
Trinity "Henüz değil" dedi ve telefonunu çıkarttı, karargahla bağlantı kurdu.
"Tank, M-109 helikopter pilot programına ihtiyacım var"
"Hocam onun orada bi kontak var onu çeviriyosun, yalnız kırmızı düğmeye dikkat et, orada yukarda koca bişe..."
"Tank! Senin fikrini sormadım, verileri yükle!"
"Veri yok kızım, ne yükliyim ya!"
"E hani Morpheus CD seti almıştı koca bir şey?"
"Ya onlar hep film çıktı götürdük adama para iade etmeyiz değiştirecekseniz başka bir şey verelim dedi"
"Neyse salla" diyip kapattı ve helikoptere bindi "Bakalım nasıl bir şeymiş.." dedi, "Gel Weo, sanırım uçurabilirim bunu".

Ve helikopter uçuyordu, biraz amatörce ama sarayın en yüksek kulesine doğru çıkıyorlardı. Bu sırada Weo helikopter içinde bir M249 bulmuştu. İçinde üç ajanı ve Morpheus'u barındıran, dışarı camla açılan odayı gördüklerinde Weo sevinçle "Mükemmel" dedi ve koca silahı doğrulttu.
"Ne yapıyorsun!" dedi Trinity, "Morpheus'u vuracaksın!"
"Kızım" diye döndü Weo, "Sen hiç kantır oynamadın mı? Bu M249. 5'in 1'i. Hedef dışında her yeri vurur" Ve tam orada sandalyede oturmakta olan Morphy'e nişan aldı.
Tetiğe asıldı. 100 mermiyi boşalttı. Gözünü açtığında oda harabeye dönmüştü. Ajanlardan iz yoktu. Morpheus ise bitkin, oturuyordu sandalyede. Zarar görmüşe benzemiyordu. Weo "Morphy!" diye bağırdı.
Morphy son bir çabayla kelepçelerini kopardı ve fırladı yerinden. Helikoptere atladığında ne acılar yaşamış olduğu daha bir belli oluyordu.
Weo şaşırdı, ajanlar hala ortalarda yoktu, "Bu kadar kolay mı oldu yani, bitti mi şimdi, heh" dedi.
Yine aynı his. Smith'i görür gibi oldu resmen. Ya da Smith olur gibi oldu resmen.

"Bilgi ellerinde" dedi Morphy bitkin bir sesle, "Zion tehlikede.."
"Ne yapacağız şimdi Morpheus?" dedi Trinity endişeyle.
"Zion'a gidiyoruz" dedi Morphy, "Hemen. Dostlarımızı uyarmalıyız. Yoksa her şey biter."

to be continued...

WW - chapter VI

EXPECT THE UNEXPECTED

"Bu mu yani?" dedi Weo. Sandalyeye oturmuş ileri geri sallanıyordu "Burda 3 5 adam Smith'e karşı mı koyuyorsunuz?"
"Tabi ki hayır" dedi Trinity. Ocağın başında menemenle ilgileniyordu "Dostlarımız Zion'da. Biz de bu toplulukta bir bölüğüz ve Morpheus da kumandanımız"
"Doğru. Burada daha fazla insanı kurtarmaya ve birliğimize katmaya çalışıyoruz." dedi Morphy. "Çoğunluğumuz ise Zion'da güvendeler"
"Zion mu?"
"Evet" dedi Trinity "Aslında güvende olabileceğimiz tek yer de denebilir. Çok eski bir kale, Godric Gryffindor yaptırmış zamanında"
"O kim be" diye mırıldandı Weo. Morphy devam etti "Eski şövalyelerden biri. Zion'u 4 şövalye birlikte kurmuşlar, Slytherin, Hufflepuff ve Ravenclaw. Dostlarımız orada güvendeler, çünkü Smith Zion'a girmeyi başaramayacağını biliyor, o sentinel ordusuyla yapamaz bunu, kale çok sağlam ve aşılmazdır."

"Tabi şu zayıf nokta meselesini saymazsak.." dedi Cypher, artist artist. Morphy ona ters bir bakış attı ve hafifçe konuştu, "Evet, kalenin zayıf bir noktası olduğu iddiası var tabi de.."
"Bunu ancak kumandanlar bilebilir" diye kesti Cypher, gözleri pis kısılmıştı, baya evildı, "Yani sen, Morpheus, öyle değilmi?"
"Vay be" atladı Weo, "demek biliyorsun. Ee neymiş bu şey?"
Morphy dönüp uzaklaştı, "Bazı şeyleri herkes bilmemeli" dedi, "konu kapanmıştır. Yemeği yiyelim"
"Lan Morphy" diye fırladı Weo, "Söyle şunu arıza çıkartma.."

Güm.

Kapı kırılarak açıldı. İçeri gaz bombaları atıldı. Morphy "Hemen arka kapıya!" diye bağırarak koştu. İçeri giren SWAT ekipleri ateş açtılar. Ortalık manyak oldu. Weo hemen üstüne gelen mermilerden sıyrıldı "Siz gidin, ben tutarım onları!" diye bağırdı.
Morphy "Hayır" diyerek geri dönmek istedi ama Cypher onu çekip götürdü. Ekip dumanlar arasında kayboldu. Weo ortada duruyordu. Silahlar ona doğrultulmuştu. SWATların arasından takım elbisesiyle bir ajan çıktı, bu Smith değil, ortaklarından biriydi. Weo'yla karşı karşıya durdular. Yumruklarını sıktı. Kütlemeler duyuldu.
Weo derin bir nefes aldı, kollarını bacaklarını sağa sola rahatça sallandırdı, "Evet çocuklar" dedi "Yalnız kaldığımıza göre parti başlayabilir değil mi?"

-O sırada, karargahın arkasındaki büyük lağımda...-

Ekip hızla koşuyordu. Morphy nefes nefese "Nasıl buldular bizi!" diye bağırıyordu, "Nasıl!"
"Kaptan, böyle nereye gidiyoruz!" diye bağırdı Trinity "Bu koca lağım nereye gider böyle!"
"Çıkışı biliyorum" dedi Morphy, "Az kaldı, şu ilerideki köprüyü geçtik mi tamamdır"
Sağdan soldan gürültüler duyuldu, böcek ve metal sesi karışımı gürültü yankılar yaparak yükseldi. Morphy dehşet içinde "Sentineller" dedi, "O köprüyü geçmeliyiz başka şansımız yok. Koşun!"

Koştular. Gürültü arkalarından yükselerek yaklaşıyordu. Sonunda köprüye ulaştıklarında arkalarında metalik böcekleri görebiliyorlardı. Morphy köprüye baktı ve "Khazad-dum.." diye mırıldandı. Bu ince köprünün altındaki uçurum dipsiz olmalıydı. "Hadi" dedi Morpheus ve ekibi geçirdi. Tam kendisi de geçiyordu ki Cypher'ın arkasında kaldığını farketti. O geçmemişti, ayrıca elinde bir silah tutuyordu. Namlusu Morpheus'a doğrulmuştu.
"Cypher!" diye bağırdı "Sen ne yap.."
"Burdan çıkıp kurtulsan ne yapacaksın Morpheus?" dedi Cypher. "Açlıktan ölürsün herhalde. Elinde bir şey yok. Gerçi ne zaman oldu ki.."
"Dönüp gitmekte serbestsin Cypher" dedi Morpheus "Senin gibi birinin düşmanım olmasını tercih ederim"
"Gideceğim evet" dedi Cypher gülerek "Ama sen de benimle geliyorsun. Zion'un zayıf noktası, Morpheus, onu takım elbiseye söyle de bari ben kurtulayım" Köprüye adımını attı.
Morphy elini cebine attı ve kumandasını çıkarttı "You shall not pass!" dedi. Cypher güldü. Bir adım daha yaklaştı. Morphy tam zamanında kumandanın tuşuna bastı. Cypher'ın bastığı kısmın altındaki bombalar patladı ve taşlar parçalanarak Cypher'la beraber dipsiz uçuruma düştüler.
Morphy kumandasına bakarak güldü "2 yıl önce koymuştum onları" dedi, "Mükemmel şekilde işe yara...."
Ayağının altındaki taş parçası koptu ve Morphy dengesini kaybetti. Son anda elleriyle tutundu köprüye. Asılı kalmıştı.
Ekibin gerisi ileride duruyorlardı. Morphy son bir çabayla "Run, you fools" diye bağırdı. Ekip dönüp hızla uzaklaştı. Morphy bağırmaya devam etti "Hayır ne gidiyorsunuz lan gelin kurtarın beni!"

Gitmişlerdi. Bari biri dönüp "Noo!" diye çığlık atsaydı. Gücü tükenen Morphy bırakıyordu kendisini...
...ki, bir el onu bileğinden yakaladı ve havaya kaldırdı. Morphy'nin gözleri siyah güneş gözlüğüyle karşı karşıya kaldı.
"Nereye gidiyorsun böyle, Morpheus?" dedi Smith, sırıtarak. "Daha şöyle oturup bir konuşamadık seninle?"

-O sırada, karargahta...-

Weo sağa sola uçuyor, SWATlardan kapmış olduğu silahlarla mermi yağdırıyordu. Karargah toz bulutuyla kaplanmış, delik deşik olmuş, harabeye dönmüştü. Weo ile ajan hala kapışıyorlardı. Kapışma yüksek aksiyonluydu. Ama ajan birden (kulaklığından haber almış olacak) hızlı bir hamleyle kapıya ulaştı ve çıktı.
"Gelsene lan buraya!" diye bağırdı Weo "Ne kaçıyosun!". Kavga sırasında aradan çıkarttığı SWATların cesetleri arasından hızla geçti. Dışarı çıktığında ajandan eser kalmamıştı. Şimdi dönüp Morphy'i bulması gerekiyordu, nereye gittilerse..

Yolun karşısındaki telefon çalmaya başladı. Weo karşıya geçti ve ihtiyatla yaklaştı telefona, ahizeyi kaldırdı.
Tanıdık bir sesti bu "İyi günler, ben otel için aramıştım da.."
"La yine mi sen!" diye bağırdı Weo "Git işine yok otel ya ne oteli!" Kapattı öfkeyle. Döndü, karargaha doğru bir adım atmıştı...
...ki, telefon tekrar çaldı. Gizemli bir şekilde durdu Weo. Geri döndü ve açtı telefonu.
O garip his ve kendini bir koltukta buldu. Burası başka bir yerdi, ama karargaha benziyordu. Ekip oradaydı. Ama iki kişi eksik gibiydi..
Weo "Morphy nerede?" dedi. Tank yanına geldi. Endişeli duruyordu. "Weo" dedi, "Bir sorunumuz var".

WW - chapter V,V (bucuk)

THE BETRAYAL

Garson içecekleri leziz yemeklerin yanına bıraktı ve yapmacık gülümsemesini eksik etmeyerek uzaklaştı. Masadaki ikili, kebaplara mesafeli durdu başta,
ama kel olanı dayanamadığını belli ederek yemeğe (saldırdı). Karşısındaki hafifçe gülümsedi, en azından dudakları öyle büküldü, güneş gözlükleri ve
soğuk duruşu başka herhangi bir duygu ibaresini engeller gibiydi.

Kel adam yavaşça çiğnedi lokmasını, kebabın lezzetiyle büyülenmiş gibiydi. "Bu da nesi, bu kebap.." dedi, sesinden tatmin duygusu saçılıyordu, "Sanki ilk defa lezzetli bir şey yiyor gibiyim".
"Bize sırtınızı döndüğünüz günden itibaren, Cypher" dedi Smith tane tane, "Her şeyinizi kaybettiniz, sadece lezzeti değil".
Cypher ağzı dolu halde "Ama bu lezzet.." diyebildi. Bir parça daha attı ağzına. "Haklısın" dedi, "Morpheus bize sefaletten başka bir şey vermedi. Hergün yumurta patates yiyorum, yıllardır. İnanabiliyor musun, hergün!". Ayranını dikti. "Lanet bir lağımda, koku, rutubet, açlıkla geçiyordu ömrümüz, ve
herkes halinden memnun gibi! Anlamıyorum bunları", kızarmış patates attı birkaç tane, "mermi alacak para bulamazken", pilavı kaşıkladı, "nasıl inanabilirler ona?"

"Lağım...hmm" diye mırıldandı ve "Senin arkadaşlarından akıllı olduğunu görmek güzel" dedi Smith. Kel kafayı sabırla dinliyordu, ona katlanıyormuş gibi bir hali vardı. Cypher ise konuşmaya devam ediyordu, aldığı her lokma çenesinin daha da düşmesine sebep oluyordu.

"Arkadaşlar mı?" dedi sırıtarak. "Artık bundan şüpheliyim Smith, hele bu yemekten sonra.. Neyse, öncelikle, yeni bir hayat istiyorum ve önceki her şeyi de unutmak istiyorum. Her şeyi. Özellikle sefalet içinde geçen kısmı, heh.."
"Evet" diyerek sandalyesinde toparlandı Smith. Sonunda konuya gelmiş olmak onu rahatlatmıştı. "Peki, nasıl istersen".
"Bu sorunlardan uzak ve habersiz olmak istiyorum" diye devam etti Cypher, "İyi bir hayatım olsun. Ne bileyim, kont falan olayım. İrlanda kralı falan olabilir."
"Nasıl istersen" diye başını salladı Smith, ve devam etti, "Ve bunun karşılığında da.."
Cypher onaylayarak başladı "Ve bunun karşılığında da.."
"Zion'un zayıf noktasını vereceksin bize" diye bitirdi Smith.
Cypher yüzünü ekşitti. "Sana dedim ya, ben de bilmiyorum o zayıf noktayı, koca kale zaten, ne bileceğim? Ben sana bunu bilen adamı vereceğim asıl." Yine sırıttı "Kim olduğunu söyleyeyim mi?"
Smith ellerini kavuşturdu ve tek kelimeyle "Morpheus" dedi(&). Cypher dondu kaldı. Yediği kapağın etkisi birkaç saniye boyunca geçmedi.

Ve Cypher Morpheus'un karargahının yerini Smith'e anlattı. Bir çırpıda tamamlamıştı ihanetini. Smith, yüzünde memnun bir ifadeyle, sandalyesinde geriye yaslandı, elini kulaklığına götürdü ve ortaklarıyla irtibat kurdu.

"..Destek kuvvetleri de istiyorum, hazır edin" dedi, "Bu gece bu işi bitiriyoruz"...

TO BE CONTINUED...

(Görüntü kaybolurken yüksek tonda gerilim yüklü davul-org müziği ve kapanış.)

WW - chapter V

THE ORACLE

Kraliyet sarayını çevreleyen görkemli duvarlar, günün ilk ışıklarıyla renkleniyordu. Büyük cümle kapısının önünde, iki kraliyet muhafızı dimdik duruyordu, hareketsiz. Asil kırmızı elbiseleri soğuk esintiyle dalgalanıyor, zırhları hafiften parıldıyordu. Mızraklarını sağlamca tutuyorlardı, içerideki her an her şeye hazır yüzlerce muhafıza rağmen, bu ikisi sarayın güvenliği için bir sembol gibiydiler. İhtişamlı duruşlarıyla herhangi birini saraya yaklaşmaktan dahi vazgeçirebilirlerdi.

Az ileride şehre açılan yolun başı bulunuyordu, binalar yol boyunca sıralanmıştı. Duvarlardan birinin arkasında bir gölge oynaşıyordu.

"Pekala" dedi Weo ellerini ovuşturarak "Hadi bakalım". Derin bir nefes aldı ve duvarın arkasından çıktı, saraya doğru adım adım ilerlemeye başladı. Otuz-kırk adım sonra kapı muhafızlarının dibinde olacaktı. Adımları sakin, ama hızlıydı.

Kafasında planı hemen hemen tamamlamıştı "Önce bahçedekileri hallederim, okçuları salla, giriştekilerden sonra doğrudan Zimit'e giderim, diğer iki gözlüklü de aradan çıkar artık.. Çıkışta atlılar gelirse ona da bir şey düşünürüm.." Muhafızlar kendilerine hızla yaklaşan bu adamı farketmiş, şüpheli bakışlarını üstüne dikmişlerdi. Parti başlıyordu.

Bir el Weo'yu arkadan tuttu ve sertçe bir duvarın arkasına çekti.
"Manyak mısın öldürteceksin kendini!"
"Morphy sana yokum dedim. Bunu kendi yöntemimle çözecem"
"Ne yöntemi gebereceksin! Her şeyi berbat edeceksin!"
"Morphy.."
"Tamam!" diye kesti Morpheus. "Tamam. Öncelikle İskoçya'nın özgürlüğünü kurtaracağız. Seninleyiz kabul.. İskoçya için savaşacağız. Şimdi kimse görmeden hemen uzaklaşalım buradan. Şu sokakta bir telefon kulübesi olacaktı."
"Telefon kulübesi mi? Ne yapacaz telefonu?"
"Telefonla karargaha doğrudan geçeceğiz. Göreceksin şimdi."
Weo hala kendi yöntemini uygulamak istiyordu ama Morphy'yi izledi. Anlaşılan bu adamlar mücadelelerinde gerçekten samimiydiler.

Morpheus onu telefon kulübesinin önüne getirdi "Sırayla gideceğiz. Şimdi çalar" dedi. Beklediler.
Ve telefon çaldı.

Morpheus telefonu açtı. Bir şey olmadı. "Alo... yok burası otel değil.. Rica ederim".
Kapattı. "Bu değil. Şimdi çalar." dedi. Beklediler.
Ve telefon çaldı.

Morpheus telefonu açtı. Araya hoş bir efekt girdi ve Morphy kayboldu.
Weo "Vay be" dedi ve asılı kalan ahizeyi kapattı. Bekledi.
Ve telefon çaldı.

Weo telefonu açtı. Biri konuştu karşıdan "İyi günler, ben otel için aramıştım da.."
Weo "Yok otel motel ne diyon be" dedi ve kapattı. Bekledi.
Ve telefon çaldı.

Weo telefonu açtı. Ve kendini Morphy'nin karargahında bir koltukta buldu. "Geldi patron" dedi Tank.
Morphy geldi ve yanına oturdu "Tekrar benimle geldiğin için sağol" dedi, "Anlamalısın. Sen o'sun. Gidip orada kendini öldürtmene izin veremezdim. Yoksa bu hepimizin sonu olur..yani.." Duraksadı "Karışık bir mesele.. ben seni en iyisi kahine götüreyim" dedi.
Weo "Ne kahini be?" dedi ama Morphy fırlamıştı bile yerinden "Zaten götürmeyi düşünüyordum. Araba hazır. Hemen gidelim."
Weo "İyi gidelim" demekle yetindi ve karargahtan çıktılar. Hemen orada cadillac bekliyordu. Weo sormadan edemedi "Cadillac senin mi Morphy?"
"Yok. Lazım oldukça kiralıyoruz" dedi Morpheus. Arabaya binip gittiler.

Cadillac bir binanın önünde durdu ve indiler. Binaya girip kahinin dairesine gittiler. Morphy kapıyı çaldı ve içeri alındılar. Morphy girişte bekledi. Weo odadan içeri girdi.
İçeride bir miktar çocuk bir miktar şey yapıyordu. Bunlardan kaşıkları bakarak eğen çocuk Weo'nun dikkatini çekti. Çocuğun yanına gitti. Çocuk ona bir kaşık uzattı ve "Kaşığı eğmeye çalışma. Bu imkansızdır. Bunun yerine sadece gerçeği anlamaya çalış" dedi. Weo "Ne gerçeği?" dedi. "Kaşık aslında yok" dedi çocuk.
Weo gülümsedi. "Bak şimdi" dedi ve kaşığı alıp bir hamlede kırdı "Al sana kaşık.."
"Kahin seni bekliyor" dedi birisi arkadan. Weo kalktı ve döndü, gözyaşları içindeki çocuğu geride bırakarak (o birisinin işaret ettiği yerden) içeri girdi.

Mutfaktı burası. Kahin oturuyordu. Weo girişte durup bekledi. Kahin dönmeden "Vazo için üzülme" dedi.
Weo şaşırdı. Etrafına baktı. Hemen yanında bir vazo vardı ama hiç de üzünülecek bir şeye benzemiyordu. Ne diyeceğini bilemedi. Bu sırada kahin de dönmüş kaşlarını çatarak bakıyordu. Weo "Üzülmedim diye mi kızdı acaba?" diye düşündü ama kahinin duruşu sanki bir şeyin olmasını bekliyormuş gibiydi. Her ne bekliyorsa olmayınca sonunda bıraktı ve bir sigara yakıp "Hoşgeldin William" dedi, "Sana müjdeli haberler vermek isterdim ama üzgünüm.."
"Ee?" dedi Weo. Kahin yaklaştı, "Dur bi bakıyım sana" dedi ve yüzünü tutup yakından inceledi, düşünceli düşünceli baktı. "Bir tercihte bulunacaksın" dedi, "Kendi hayatın ile Morpheus'unki arasında bir tercih.." duraksadı, "ona göre yani.."
"Bu dediklerinin içinde Zimit'i tekmelemeyle ilgili bir bölüm var mı?" dedi Weo. Kahin ise döndü ve fırından yaptığı kurabiyeleri çıkardı, tepsiyi Weo'ya uzatırken "Diyeceğimi dedim. Alsana bir tane.."
Weo bir kurabiye alıp attı ağzına. "Morphy iyi adam ya.." dedi "Neyse gideyim o zaman. Sağol kahin." Ve çıkmak üzere arkasını dönmüştü ki kolu vazoya çarptı ve vazo düşüp kırıldı. Kahin çok rahatlamış bir şekilde oh çekti, "Merak etme, çocuklara veririm tamir ederler" dedi. Weo, daha da şaşırmış, mutfaktan çıktı. Kapının önünde Morphy'yi buldu ve "Hadi toz olalım" dedi. Dışarı çıktılar.
Morpheus Weo'ya döndü, "Evet Weo, kendini nasıl hissediyorsun?" dedi. Weo derin bir nefes aldı. Morphy gözlerini kısmış, diyeceklerine kilitlenmişti. Weo'nun ağzından şu kelimeler döküldü "Hadi gidip şu Zimit'i tekmeleyelim"

Dönüp yürüdü. Arkasından Morphy'nin "Damn!" dediğini duyar gibiydi.

WW - chapterIV

POOR MORPHY

"Weo, beni duyuyor musun?"
İrkilerek uyandı Weo. Son hatırladığı, Morpheus'un insanların nasıl Smith'in kölesi olduğu, ajanların herkes olabildiği ve herkesin bu yüzden düşman olduğu türünden bir şeyler anlattığıydı. Kırmızı koltuk rahat gelmiş olmalıydı.
"İşin felsefesi pek sarmadı ha, Weo?" dedi Morpheus.
"Tabi canım" diyerek kalktı Weo. "Zimit'i ne zaman tekmeleyeceğiz sen onu söyle."
"Tekmeleyeceğiz." dedi Morpheus gülerek. "Gel, seni merkezimize götüreyim."

Ve ikisi apartmandan çıktılar. Islak sokaklardan geçerek yürüdüler. Sonunda, köşe bir yerde merdivenlerden indiler ve Morpheus onu eski, demir bir kapının önüne getirdi. "İşte" dedi ve kanalizasyon girişini andıran paslı kapıyı açtı.

Weo içeri baktı.

Giriş karanlıktı ama ileride ışıklar görünüyordu.
"Haydi" dedi Morpheus ve girdiler. Geniş ve yüksek odada ilerlediler. İleride, bilgisayarlar, garip makinalar ve bunlarla çalışan Morpheus'un adamları vardı. Ortam florasanlarla aydınlatılmıştı.
"İşte" dedi Morpheus, "Merkezimiz bu. Ne diyorsun?"
"Heh, biraz şaşırdım doğrusu" dedi Weo "Ne biliyim bi hovercraftının falan olmasını beklerdim de."
"Vardı" dedi Morpheus ve başını eğdi. Bir anda yüzünü hüzün kaplamıştı. Derin bir nefes aldı, "Geçim sıkıntısı nedeniyle sattık" dedi.
Döndü, "Tank, gel" diye seslendi. Bilgisayarın başındaki adam kalkıp geldi yanına. Morpheus cebinden biraz para uzatarak "Git üç ekmek al. Bu akşam da patates yiyeceğiz." dedi.
Tank "Ama patron.." diyebildi. Morpheus parayı verirken "Napalım paramız var da mı çeşit çeşit yiyelim?" şeklinde başını salladı. Tank üzüntü içinde, ağır adımlarla uzaklaştı.

Weo şaşkınlık içindeydi. Morpheus fakirdi. Yoksulluk içinde Smith'e karşı mücadelesini sürdürebilir miydi acaba?
Morpheus Weo'ya döndü, "Görüyorsun" dedi, "Smith'in lüks içindeki hali adamlarımın kafasını karıştırıyor. Bana sırtlarını dönmelerinden korkmaya başladım."
"Anlıyorum" diyebildi Weo. Tablo kötüydü. Bu sırada Morpheus yeşeren bir ümit ışığıyla "Ama" dedi, "Sen geldin Weo, ve Smith'e karşı asıl mücadelemiz şimdi başlıyor. İnsanlığı kurtarabiliriz!"
"Heh" diyerek çekildi Weo "Büyük hedeflerin var ha, Morphy? Benim şahsen Zimit'le problemim İskoçya'nın özgürlüğüdür. O kadar."
"İskoçya mı?" diye çıkıştı Morpheus. "Sen Weo'sun! İnsanlık tehlikede sen hala İskoçya diyorsun"

Weo duraksadı. Böyle bir söz onun için İskoçyaya hakaret sayılırdı. Hayal kırıklığıyla geriledi, "Peki Morphy" dedi, "O zaman üzgünüm ama ben yokum."
Geriye döndü. Adımını atarken "Weo!" diye bağırdı Morpheus. Başını çevirdi, "Ben İskoç savaşçısıyım" dedi, "William Wallace olduğumu da unutmadım".

Yürüdü. Smith'i tek başına halledecekti anlaşılan. Demir kapıya gelmişti ki, koşarak Morpheus geldi arkadan.
"Weo! Bize ihtiyacın var".
"Hadi ya? Hiç farkında değildim?"
"Ajanlara tek başına karşı koyamazsın!"

Weo gülümsedi. "Heh" dedi, "Gözlüklerini paketler yollarım Morphy"
Açtı kapıyı. Attı adımını dışarı. Arkasından kapıyı sertçe çekti. Güneş gözlüklerini taktı, "Rebellion Begins" dedi.

Lan o Harry Potter'dı.

WW - chapterIII

THE SCOTCHMEN

Weo hanın kahvesinde oturuyordu. Düşünceliydi. Bir kez daha yapmalıydı, bu kralı da ortadan kaldırmalıydı, ama Smith... ona karşı tek başına mücadele edemezdi, çünkü bu parlak ingiliz normal insanlardan değildi, tıpkı Weo'nun da olmadığı gibi. Ayrıca yanında iki tane daha takım elbiseli daha...
Weo bardağını öfkeyle masaya vurdu.

"Weo.."

Weo şimşek hızıyla (o hızla) döndü. Karşısında bir kadın duruyordu, siyahlar içindeydi. Çok tanıdık gelmişti kadın, bu bir İskoça benziyordu.

"Sen de kimsin?"
"Ben Trinity," dedi kadın.
"İskoç musun?"
"Evet." dedi ve ekledi Trinity "Weo, tehlikedesin."

"Aslına bakarsan" dedi Weo, "Bütün İskoçlar tehlikede"
"Evet" dedi Trinity, "Seni Morpheus'a götüreyim. O da İskoçtur ve burada bizim liderimizdir. Birlikte Smith'i yenebiliriz. Weo, bu Smith niyeti bozmuş, amacı bizim sandığımızdan da kötü"

"Öyle. O zaman vakit kaybetmeyelim" dedi Weo ve handan çıktılar. Dışarıda bir cadillac bekliyordu. Trinity bindi, Weo şöyle bir içeri baktı, bir adam ve bir kadın daha vardı. Onlar da İskoç görünümlüydüler. Weo da bindi, araba hareket etti.

Tenha bir yerde cadillac sağa çekti. Önde oturan kadın döndü, elinde mızrak vardı. "Hey sen" dedi, "içinden biraz kurt temizleyeceğiz. Şimdi sakin ol ve sorun çıkartma"

Weo'nun weoluk damarı tutmuştu aslında, o mızrağı alıp kadının boğazından içeri sarkıtmayı düşündü, ama Trinity'e dönüp "Ne oluyoz" demekle yetindi.

Trinity de acayip bir makina çıkarmıştı, üstünde "Made in china" yazıyordu. "Weo, ajanlar seni izliyorlar. Şimdi o virüsü alacağız senden. Karnını aç ve rahat ol. Kısa sürecek."

Weo içinden "Hayırlısı" dedi ve açtı karnını. Öndeki kadın onu omuzlarından tuttu. Trinity de o makinanın ucunu Weo'nun göbek deliğine soktu. "Umarım tutukluk yapmaz" dedi.

Öndeki kadın "Garanti belgesi mi var ki gönderelim" dedi ama Trinity sinirli bir bakışla karşılık verdi.

Ve makinayı çalıştırdı...

Weo acayip oldu. Sanki makina içini vakumluyordu. İstemeden sağa sola çırpınmaya başladı. Kadın "Hadi" diyor, Trinity de konsantre olmuş vaziyette "Neredeyse yakaladım, neredeyse" diyordu.
Sonunda makinayı kapattı ve çekti. Weo'nun başı dönüyordu. Trinity makinenin haznesinden metalik bir böcek çıkardı.

Böcek...Smith.....rüya.....

"Gerçek miymiş!" dedi Weo dehşet içinde. Trinity çırpınan böceği camdan atıp öndeki adama işaret verdikten sonra "Gerçeği görmeye gidiyoruz, Weo" dedi. Cadillac hızla ilerlerken Weo daha kendine gelememişti.

Büyük bir apartmanın yanında durdular. Trinity Weo'yu aldı ve ikisi binaya girdiler. Merdivenleri çıkarak en üst kata geldiler. Bu sırada dışarıda şimşekler çakıyordu, şiddetli bir yağmur başlamıştı. Trinity onu büyük bir kapının önüne getirdi. "Morpheus içeride, seni bekliyor" dedi.

Weo kafa salladı ve kapıyı açtı.

İçeride büyükçe, siyahi bir adam vardı. Siyah pardösü giymişti, ellerini arkasında kavuşturmuş bir şekilde, sırtı Weo'ya dönük duruyordu. "Hoşgeldin, Weo" dedi ve gülümseyerek döndü. Siyah güneş gözlüğü takıyordu.

Gözlüğün sapları yoktu.
Weo yana eğilip dikkatlice baktı.

Gözlüğün sapları yoktu.

WW - chapterII

YOU HAVE TWO LIVES

Weo bir kayanın üstüne oturmuş, elindeki dal parçalarını soyuyordu. Bir an önce yola koyulması gerektiğini biliyordu, buna rağmen burada kalması içini fena sıkmıştı. Elindekileri fırlattı, ayağa kalkarak "Bak dostum" dedi, "Londra'nın nerede olduğunu bilmiyorsan da gidelim yolumuza yav!"

"Problemimizin Londra olmadığını bildiğini varsayıyorum, Mr.Wallace" dedi Smith. O ifadesiz ifadesi(!) yine üstündeydi. Weo Smith'in kralın bir adamı olduğunu düşünmeye başlamıştı. "Bak Zimit" dedi, "Kralı da ordusunu da temizledim, ve sen de onun adamıysan seni de temizlerim"

Matrix güçlerinin farkındaydı elbet, ama Smith'de gözlediği bu özgüven havası onu adeta, ürkütmüştü. Sanki Smith onun güçlerini ve bunlara nasıl karşı koyacağını biliyordu...ya da o da kendi gücüne güveniyordu.

Smith hızla elini kaldırdı, "Krala ya da ordusuna ne yaptığın umrumda değil, Mr.Wallace" dedi. Bu anda sesi gizemli bir ton kazandı ve "Lakin bunu nasıl yaptığınla ilgileniyoruz: Bir orduyu nasıl temizlediğin, ya da bir uçağı düşürmeyi nasıl başardığın...her insanın yapabileceği şeyler değildir bunlar. Siz insanlar kendilerinizi geliştirebilen şeylersiniz ama bu asla uçmayı ya da başka imkansız yetenekleri sağlamaz. Kuralların dışına çıktığının farkındasındır umarım, Mr.Wallace."

"Kurallar?" diye düşündü Weo. Hangi kurallardan bahsediyordu Smith? İnsanları kontrol altında tuttuğu ama Weo'nun kontrol dışına çıktığını anlatmış olmalıydı, ama hangi sisteme aitti bu herif?!!

"Tabi ya" dedi, Weo, iki adım yaklaştı Smith'e, "Matrix" dedi. "Mesele bu değil mi? Anlaşılan Weo olmamdan hoşnut değilsin..."

"Ortaklarım gelince her şeyi açığa kavuşturacağız. İşte.."

"Ortak?!" dedi Weo, tam o sırada uzakta iki adam belirdi, ağaçların arasından. Bunlar da Smith gibi takım elbiseli ve güneş gözlüklüydüler. Hızla yaklaşıyorlardı. Weo onların üstünde de aynı düzgünlük, düzlük, ciddiyet ve ifadesizliğin olduğunu gördü. Adamlardan biri, elinde bir dosya taşıyordu. Geldiklerinde dosyayı Smith'e verdiler ve arkasında durup bakışlarını Weo'ya diktiler.

"Eveeeet" diye dosyayı açmaya koyuldu Smith. Weo kendisinden bahsedildiğini biliyordu. Smith dosyadaki kağıtları şöyle bir karıştırdı, sonra ciddi bir ses ile "Senin iki hayatın var, Mr.Wallace. Ve bunlardan sadece biri yaşamaya devam edecek."

Kağıtları yavaşça çevirmeye başladı "Birincisi, William Wallace adında bir İskoç. Hımm, İskoçya'nın özgürlüğü ha? İsyancı, cezalandırılmış... hımm... oo balkondan sallandırma mı? Üstelik atmışlar da....hımm.... fırın mı oo bu acıtmış olmalı...."

Weo sabırla duruyordu. "Herneyse" dedi Smith, "ikincisi ise, bu işkencelerden sonra ortaya çıkmış bir....durum. Matrix kurallarının birçok kez ihlali... ki bu da ayrı bir isyandır, Mr.Wallace. Farkında ol, ya da olma. Şimdi isyancı hayatına birlikte, problemsiz bir şekilde son vereceğiz, değil mi Mr.Wallace?"

Weo güldü. "Hayır, Mr.Zimit" dedi, "Sen kimsin, nesin bilmiyorum ama senin kuralların için bir şeyden vazgeçecek değilim. Anlaşıldı mı?"

"Mr.Wallace, sanırım bizi anlamadın. Buna son vereceğiz, ve şimdilik, şu isyancı tutumunuzu kontrol altında tutacağız." dedi Smith ve diğer ikisine kafa salladı. Adamlar öne atılıp Weo'yu tuttular, Weo kurtulmaya çalışıyordu ama başaramıyordu. Depinirken Smith'in elinde metalik bir böceğin olduğunu gördü, bu şey canlıydı. Takım elbiseliler göbeğini açtılar, ve Smith böceği Weo'nun üstüne bıraktı. Böcek Weo'nun göbek deliğine yöneldi, ve oradan içeri girmeye başladı. Weo artık dehşet içinde çırpınıyordu. Ve.....

Weo yataktan fırladı. Kan ter içinde kalmıştı. Bu ne kabustu böyle. Pencereden dışarı baktı, güneş çoktan doğmuş olmalıydı. İndi yataktan, küçük ve pek lüks olmayan odadan dışarı çıktı. Merdivenlerden indi. Motelin sahibi "İyi günler, beyefendi" dedi. Weo yavaşça kafa salladı, ve dışarı çıktı.

Londra sokaklarının bu derece kalabalık olamayacağını düşünüyordu ki, sebebini anladı. Birisi ileride konuşma yapıyordu. İnsanların arasından zar zor ilerlemeye başladı. Bu arada aralarındaki konuşmaları da duyuyordu "Evet bu yeni kral...","Bu sabah ilan edildi...","Eskisi? O ölmüş....savaşta herhalde bilmiyorum...Yo prens falan değil.."

Yaklaştıkça yeni kralın konuşmasını da anlamaya başladı. Kral Britanya'nın toprak bütünlüğü ile ilgili bir şeyler söylüyordu. "...Ve isyancıların ülkemizi bölmelerine izin vermeyeceğim, özgürlük bahanesiyle Britanya'dan toprak koparmaya çalışan asiler..."

"Hayır!" diye içinden geçirdi Weo. Bu kral da İskoçya'nın mücadelesine karşı koyacaktı anlaşılan. İnsanlar arasından görmeye çalıştı kralı. Biraz daha ilerleyince başardı bunu: Kral bir platformun üstündeydi, ama üstünde ne tac, ne de kraliyet kıyafetleri bulunuyordu. Siyah takım elbise, güneş gözlüğü...

"Smith!" dedi Weo, dehşet içinde. Gördüğü kabus...şu böcek... Smith konuşurken bir ara başını çevirdi, Weo kendisine baktığını biliyordu. Herif gülümsüyordu, zalimce. Yine pek belli değildi, ama Weo biliyordu. Smith gülümsüyordu...

WW - chapter I

THE MAN IN SUIT

Weo şaşkındı. Pilotu resmen bıçaklamıştı. Aklı henüz başına geliyordu, "ne yaptık lan" dedi. Ne yapacağını kara kara düşünürken birden aklına bir fikir geldi. 19 kez bıçaklanmış ve can çekişmekte olan pilota yaklaştı, elini adama daldırdı, kalbini cebren ve hile ile çalıştırdı. Üç beş mıncıktan sonra adamın kalbi çalışmaya başladı. Weo derin bir nefes aldı, ama vicdanı hala rahat değildi, adam ayağa kalkana kadar. Pilot etrafa bakındı, "ne oluyoz ya" dedi, "kaptan nerde ya"

"kaptan....eee....bir kaza geçirdik...yani geçirdiniz" diye geveledi Weo. Yavaşça uzaklaştı, "geçmiş olsun, yine iyi yırttınız" demeyi ihmal etmedi. Pilotu orada bıraktı ve yürümeye başladı. Aklına uçmak geldi ama salladı. En azından şu an uçmak istemiyordu, yaşadığı kaza aklına gelmişti (tabi Weo o uçağın kendisini imha için gönderilmiş olduğunu bilmiyordu).

Uzun süre gitti, sürekli düşünceler dönüyordu kafasında. Nereye gittiğini bilmiyordu ama tahminler yürütebiliyordu, uçuşunu düşünüyordu "Watforddan sonra sağ yapmadım mı ben ya.....haa doğru rüzgar falan tabi ya..ama Fulhamı geçtik tamam" etrafında ovalar, ormanlar uçsuz bucaksız tarlalar görünüyordu, tahminine göre Londraya yaklaşmış olmalıydı, ağaçlar arasında bir şehir görür gibi olmuştu...
Üzerine düşen bir gölge dikkatini çekti, kafasını kaldırdı (aşağı bakıyordu demek ki)...

Bir adam, siyah beyaz takım elbiseli, elbise düzgün ütülü....takım elbise..ilk defa böyle bir kıyafet görüyordu Weo. Adam şövalyeye pek benzemiyordu, güneş gözlüğü takmıştı, saçlar düzgün...kısaca adam düzgündü. Bakışları bile düzgündü, hiçbir duygu ya da tip vermiyordu.
Dimdik duruyordu karşısında. Weo bir an adamda hafif bir gülümseme sezdiğini sandı. "Kardeşim, bu Londraya nerden....."

"Mr. Wallace" dedi adam çat diye. O ilginç yüz ifadesi vardı, gülümsüyo mu belli değildi. Asıl ilginç olan adını biliyor olmasıydı "Mr. Wallace"... "Weo tercihimdir de" dedi gülerek "Tanıştığımızı sanmıyorum...heh...hımm...Robin sen misin lan"

"Mr. Wallace" dedi adam tekrar. Anlaşılan takmıştı. Weo ciddileşti. Bu işin sonu nereye varacaktı? Weo ya göre adama bir tekme atıp (onu) Londraya yollamak mantıksız değildi. Gerçi adamdaki acayip görünüş ...sanki...duruşundaki özgüven.....acayipti evet. "Kimsin kardeşim sen" dedi şaşkınlıkla.

ADAM BU SEFER GÜLÜMSEMİŞTİ, WEO BUNDAN EMİNDİ. KIVRILMIŞ DUDAKLARI YAVAŞÇA OYNADI "BEN, MR. WALLACE?". BİR ADIM ATTI. YİNE YAVAŞÇA "SMİTH, MR. WALLACE" DEDİ. "BANA SMİTH DE."